Muhammed Mehdi (a.s.)’dan insanlığa çağrı/tebliğ 2017 yılında Ramazan bayramının birinci günü internet üzerinden mehdialeyhisselam.istanbul adresinden yayınlanmıştır.

Allah (c.c)’ın Nebisi
Muhammed Mehdi (a.s)’dan
İnsanlığa Çağrı/Tebliğ

Müteşabih Ayetler


Açık olmayan Ayetler

Rahman ve Rahim Allah’ın (c.c) adıyla

Alemlerin Rabbi olan, mülkünde ortağı bulunmayan, gökten yere kadar her işi idare eden, elçilerini hidayetle ve hak dinle gönderen Rabbimiz’e (c.c) sonsuz hamd-ü senalar olsun. Elçi meleklere, bütün melâike-i kirama, Peygamber Efendimiz’e (s.a.v), bütün peygamberlere salat ve selam olsun.

Ey İnsanlar; Allah’ın (c.c) Halifesi, Peygamberimiz’in (s.a.v) müjdesi, Hz.Muhammed Mehdi (a.s) zuhur etmiştir, vazifesine başlamıştır.

Varlığının başlangıcı ve sonu olmayan, başsız ve sonsuz diri olan Rabbimiz (c.c), ezelle ebed arasında varlığını devam ettiriyorken, insanı yaratmayı dilemiş, ezeli sırra binaen ilk insan olarak Hz. Adem (a.s)’ı yaratmış, Adem (a.s)’ın soyundan insanları yaratmış; insanlar içerisinden zaman zaman inananları cennetle müjdeleyen, inkar edenleri cehennemle korkutan elçiler göndermiştir.

Rabbimiz (c.c), Peygamberimizi de (s.a.v) son resul peygamber olarak (kitapla gönderilen peygamberlerin sonuncusu olarak) inananları cennetle müjdeleyen, inkar edenleri cehennemle korkutan bir peygamber olarak görevlendirdikten sonra kıyamete yaklaştığımız bu zamanda da Rabbimiz (c.c); Muhammed Mehdi (a.s)’ı Peygamberimiz (s.a.v.)’i tasdik eden nebi olarak, inananları cennetle müjdeleyen, inkar edenleri cehennemle korkutan bir elçi olarak vazifelendirmiştir

Peygamberimiz (s.a.v), ”Şüphesiz ki, benden sonra peygamber yoktur. Ancak halifeler bulunur.” buyurmuştur, buyurduğu üzere Peygamberimiz (s.a.v)’den sonra bir peygamber değil, halifeler gelmiştir.Yine Peygamberimiz (s.a.v), “Kıyamete yakın bir zamanda İsa (a.s) da Mehdi (a.s) da gelecek” buyurmuştur.

Peygamberimiz (s.a.v); “Benden sonra peygamber yoktur. Ancak halifeler bulunur.” buyurarak kendisinden sonra bir peygamberin değil halifelerin geleceğini haber vermiş ve nübüvvet kapısını kapatmıştır.

Ancak “İsa (a.s) da, Mehdi (a.s) da gelecek” buyurarak anahtarın sahibini göstermiştir. Bundan dolayı bin dört yüz senedir açılamayan bu kapıyı, zuhuruyla ancak Muhammed Mehdi; kapının anahtarları mesabesinde olan ayet ve hadislerle, delilleri ortaya koyarak açmıştır. Nasıl ki her kapının anahtarı o evin sahibine verilirse bunun gibi bu manevi kapının anahtarı da Rabbimiz (c.c) tarafından Muhammed Mehdi’ye verilmiştir. Bin dört yüz sene önce Peygamberimizin (s.a.v) kapattığı bu manevi kapıyı, bugün Muhammed Mehdi’nin açmasıyla; arada geçen bin dört yüz sene boyunca bu kapı, manevi zararlardan korunmuştur. (Bir mektubun kapanıp mühürlenerek sahibine gönderilmesi gibi.) Şüphesiz ki İslam son din, Kur’an-ı Kerim son kitap, Peygamberimiz (s.a.v) kitapla gönderilen peygamberlerin sonuncusudur

İsa (a.s) da, Mehdi (a.s) da İslam üzere, Kur’an üzere Peygamberimizi (s.a.v) tasdik eden nebiler olarak gelmişlerdir. Bütün peygamberler kendilerinden sonra gelecek olan elçiyi müjdelemekle vazifelidir. Peygamberimizin (s.a.v), zamanımıza ulaşan iki yüze yakın hadisle Muhammed Mehdi (a.s)’ın geleceğini müjdelemesi bunun içindir. Peygamberimiz (s.a.v); hadislerinde kendisiyle kıyas etmiş, “Adı adıma uygun, babasının adı babamın adına uygundur.”, buyurmuştur. Peygamberimiz (s.a.v)’in de Muhammed Mehdi’nin de Rabbimiz (c.c) katında adı Muhammed’dir. “Adı adıma uygundur” buyururken Muhammed’e uygun bir Muhammed yani resule uygun bir nebi olduğunu işaret etmiştir. “Babasının adı babamın adına uygundur” buyururken de beden soyu değil, peygamberlik soyundaki babaları İbrahim (a.s)’ı işareten “Babasının adı babamın adına uygundur”, buyurmuştur.

Rabbimiz (c.c) ayeti celilesinde “Peygamberleri birbirinin soyundan gönderdik”, bir başka ayetinde ise “... Peygamberleri İbrahim’in soyundan gönderdik ...” , “... İbrahimoğullarına kitap ve hikmet verdik...” buyurmuştur. Bu sırra binaen peygamberlerin de, Peygamberimizin de (s.a.v), Muhammed Mehdi (a.s)’ın da peygamberlik soyunda atası (babası) İbrahim (a.s) olduğu için babasının adı babamın adına uygundur buyurmuştur. Yine Peygamberimiz (s.a.v), “Peygamberler, anneleri ayrı babaları bir kardeşlerdir.” buyurmuştur. Yani, beden soyunda peygamberler farklı anne babalardan olmakla beraber, ruh soyundan, peygamber soyundan bütün peygamberler kardeştir. Peygamberimiz'in (s.a.v), “Adı adıma uygun, Babasının adı babamın adına uygundur.” , “Ashabı bedir ashabı kadardır.”, “Ben islamın başıyım, Mehdi’de sonu olacak.” , “Nübüvvet mührü olacak.”, ”O (Mehdi (a.s)), İsa (a.s)’a imam olacak.”,”Karda sürünerek bile olsa biat edin.” gibi birçok hadisle kendisiyle kıyas etmesi, Muhammed Mehdi (a.s)’ın nebi olduğunun açık delillerindendir

Rabbimizin (c.c), Ahzab suresinde (40. ayet) “Muhammed, adamlarınızdan hiçbirisinin babası değildir; fakat o Allah’ın Resûlü ve Nebilerin sonuncusudur. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.” buyurması, bununla beraber Muhammed Mehdi’nin nebi vasfıyla zuhuru, insanlık için bir imtihan vesilesi olmuştur. Muhammed adı, hem Peygamberimizin (s.a.v) hem Mehdi (a.s)’ın Rabbimiz (c.c) katındaki adıdır. Rabbimiz (c.c), Kur’an-ı Kerim’de Muhammed adıyla, bir isimle iki şahsa; zahirde Peygamberimize (s.a.v), batında Muhammed Mehdi (a.s)’a işaret etmiştir. Bu ALLAH’ın (c.c) mucizesidir. “Muhammed, Allah’ın Resulu” buyururken Resul olan Muhammed; Muhammed Mustafa’ya (s.a.v.) ve “Nebilerin sonuncusudur” buyururken de Nebi olan Muhammed; Muhammed Mehdi’ye işaret etmiştir. “Kıyamet yaklaştı, ay yarıldı.” (Kamer 1) ayetinin sırrıyla; Peygamberimizin (s.a.v) ayı ikiye yarma mucizesi, yukarıda bildirilen ayetin (Ahzab 40) sağlaması hükmündedir. Peygamberimizin (s.a.v) ayı (bir ayı) ikiye yarma mucizesi, peygamberliği ikiye ayırmasına işarettir.

Peygamberimiz (s.a.v); yarılan ayın ilk yarısı Resul olan Muhammed, Muhammed Mehdi (a.s); yarılan ayın ikinci yarısı nebi olan Muhammed’dir. Nasıl ki ay güneşten aldığı ışığı dünyaya yansıtıyorsa, peygamberler de Rabbimizden (c.c) aldığı vahyi (nuru) insanlığa yansıtan elçilerdir. Peygamberimizin (s.a.v) başka bir cismi değil de ayı yarması ve ikiye yarmasının hikmeti budur. Peygamberimizin (s.a.v); hicret esnasında, Medineliler tarafından “aydoğdu üzerimize” sözleriyle karşılanması da bunun ispatıdır. Peygamberimizin (s.a.v) işareti ile ayı ikiye yarması gibi bugün de Rabbimizin (c.c.) vahyiyle, Muhammed Mehdi; ilmiyle ayı ikiye yarmış, mucize yeniden tekrarlanmıştır , Muhammed Mehdi (a.s)’ın nebi vasfıyla zuhuru ile de fiili olarak mucize tamamlanmıştır. Rabbimizin (c.c) Muhammed Mehdi (a.s)’a bildirdiği bu delillerin tamamı, Muhammed Mehdi (a.s)’ın, Allah’ın halifesi olduğunun ve Peygamberimizi (s.a.v) tasdik eden nebi olduğunun ispatıdır. Şahit olarak ALLAH (c.c) yeter.

Nasıl tevrat zahirde Musa (a.s)’a, batında Harun (a.s)’a indirilmişse Kur’an-ı Kerim de zahirinde Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v)’e, batında da Muhammed Mehdi (a.s)’a indirilmiştir. Yaklaşık 1400 sene önce Peygamberimize (s.a.v) peyderpey vahyolunan Kur’an, bugün de Muhammed Mehdi’ye ilmiyle peyderpey vahyolunmaktadır. Peygamberimiz hadisi şeriflerinde; “Güneş battığı yerden doğacak.” buyurmuştur. Muhammed Mehdi (a.s)’ın zuhuru, güneşin battığı yerden doğuşudur. Peygamberimizin (s.a.v) (Mekke - Medine’den) zuhuru; İslam güneşinin doğudan doğuşu, Muhammed Mehdi’nin de (İstanbul’dan) zuhuru; İslam güneşinin batıdan doğuşudur. Peygamberimizle (s.a.v.) doğan islam güneşi (İslam’ın bayraktarlığı,hilafet) asırlar sonra Araplardan Türklere (Osmanlıya) geçmiş, asırlarca devam ettikten sonra, son İslâm devleti olan Osmanlı’nın yıkılmasıyla (hilafetin kaldırılmasıyla), Türkiye’de (hilafetin merkezi olan İstanbul’da) batmıştır. Bugün Muhammed Mehdi’nin Türkiye’den (İstanbul’dan) zuhuruyla, İslam’ın güneşi hem battığı yerden hem de batıdan doğmuştur.

1

Peygamberimiz (s.a.v), hadislerinde; “Ye’cüc ve Me’cüc’den sonra çok geçmeden güneş battığı yerden doğar insanlara bir münadi şöyle seslenir; ‘Ey iman edenler, sizlerin yaptığı (hayır ve tevbe) kabul edildi. Ey kafirler! Sizlere de tevbe kapısı kapandı, kalemler kurudu defterler kaldırıldı’.” (Kaynak:KÜTÜB-İ SİTTE C.14 S.326) buyurmuştur. Peygamberimize (s.a.v) peygamberlik verilmesiyle, nasıl insanlar için tevbe kapısı kapanmış, iman kapısı açılmışsa ve gerçek inananla inanmayan ortaya çıkmışsa; Muhammed Mehdi’nin, Peygamberimizi (s.a.v) tasdik eden bir nebi olarak vazifeye başlamasıyla, yine tevbe kapısı kapanmış, iman kapısı açılmıştır. Bugün de gerçek inananla inanmayan ortaya çıkacaktır

Rabbimizin (c.c) Kur’an-ı Kerim’de; “(Ezelde takdir edilmiş olan) o söz’ün zuhur vakti gelince, onlara yerden bir Dâbbe çıkarırız ki o; insanların ayetlerimize kesin olarak inanmadıklarını kendilerine söyleyecektir. (Artık tevbe kapısı kapanmış olup, gerçek inananla inanmayan ortaya çıkacaktır.)” (Neml 82) buyurduğu şahıs (insan), Peygamberimizin (s.a.v) ahir zamanda geleceğini haber verdiği Muhammed Mehdi (a.s)’dır. Rabbimiz (c.c) ayeti celilesinde “Allah, mü’minleri içinde bulunduğunuz şu durumda bırakacak değildir. Nihayet, pis olanı temizden ayıracaktır. Allah, size 'gaybı' da bildirecek değildir. Fakat Allah, peygamberlerinden dilediğini seçer ...” (Ali İmran 179) buyurarak peygamberlerini açıktan değil, gaybla bildirdiğini haber vermiştir. Rabbimiz (c.c), Dâbbe kelimesiyle Muhammed Mehdi’ye işaret etmiştir. Yerden bir Dâbbe’nin ortaya çıkması; (“gökten inen/nuzûl eden” değil, “yerden çıkan/zuhur eden” manasında) insanlar arasından Muhammed Mehdi (a.s.)’ın zuhur etmesidir.

Rabbimizin (c.c), “Bütün görülmeyeni bilen O’dur. Allah, gizli olanı, seçtiği peygamber dışında kimseye açıklamaz. Ancak onların da ardından gözetleyiciler koyar ki, Rablerinin gönderdiklerini hakkıyla tebliğ ettiklerini bilsin. Çünkü O, onları kuşatmış ve her şeyi sayısıyla saymıştır.”(Cin 26,27,28) gibi ayetleri de açıklanan ispatın delillerindendir. Peygamberlerin ve Peygamberimizin (s.a.v) zuhuruyla, nasıl tevbe kapısı kapanmış, iman kapısı açılmışsa, gerçek inananla inanmayan ortaya çıkmışsa, Muhammed Mehdi (a.s)’ın zuhuruyla da artık tevbe kapısı kapanmış olup, gerçek inananla inanmayan ortaya çıkacaktır. Şahit olarak ALLAH (c.c) yeter.

Peygamberimiz (s.a.v), “Mehdi’ye Bedir ehli sayısınca kişi, Rukun ve Makam arasında, biat eder.” buyurmuştur. Peygamberimizin (s.a.v) “Mehdi’ye Bedir ehli sayısınca kişi, Rukun ve Makam arasında(İbrahim (a.s.)’ın makamı ile Peygamberimiz (s.a.v)’in makamı arasında), biat eder.” buyurması, Bedir ehli sayısınca kişinin Mehdi (a.s)’ın, İbrahim (a.s)’ın soyundan geldiğine ve Peygamberimizi (s.a.v) tasdik eden bir nebi olduğuna inanarak (kıbleleri kabe olduğu halde) biat edeceklerine işarettir. Bugün de bedir ehli sayısınca kişi İbrahim (a.s)’ın soyundan geldiğimize ve Peygamberimiz'i (s.a.v.) tasdik eden bir nebi olduğumuza inanarak (kıbleleri kabe olduğu halde) bize biat etmişlerdir. Bu da bedir ehli sayısınca kişinin, İbrahim (a.s)’ın makamı ile Peygamberimizin (s.a.v) makamı arasında Mehdi (a.s)’a biat ettiklerinin ispatıdır.

Peygamberimiz (s.a.v), hadis-i şeriflerinde Muhammed Mehdi (a.s)’ın zuhuruna işareten; “Gökten bir münâdi:”Hak Muhammed’in Ehl-i Beyt’indendir” diye nidâ ettiği vakit Mehdi insanların önlerine çıkacaktır. Artık onlar(inananlar) onun sevgisini kalplerine öyle bir sindirecekler ki, ondan başka kimseden bahsetmez olacaklardır.” buyurmuştur. (Kaynak: Nu’aym ibn-i Hammad , el-Fiten, no:965,1/334, Ali el-Müttaki,Kitab-ül-Burhan fi alamati Mehdiyyi ahiri’z zeman, no:5,2/514)

Gökten bir münadinin nida edeceğini işaret eden bu hadis; Muhammed Mehdi’nin yaşadığımız teknoloji çağında zuhur edeceğine işaret eder, “geçmişte de Mehdiler çıktı” gibi sözlerle insanları şüpheye düşürmeye çalışanların sözlerinin de asılsız olduğunu ispat eder. Muhammed Mehdi (a.s)’ın zuhurunun, yaşadığımız teknoloji çağında olması ve uydu aracılığıyla semadan(gökten) dünyaya duyurulması ile hadise gerçekleşmiştir.

Mehdi çıkar başının üstünde bir melek olur, o melek şöyle nida eder “şu şahıs Mehdidir, ona tabi olunuz.” (Kaynak: İbn-u Hacer Mehdi Risalesi Sayfa 65)

Mehdi çıktığında onun başında bir bulut parçası bulunacaktır ki onda bulunan bir melek: ‘İşte bu şahıs Mehdi’dir, ona uyun!’ diye nida edecektir. (Taberânî, Müsnedü’ş-Şamiyyîn, no:937, 2/71-72, Süyûtî, el-Hâvî, 2/128-129)

“Bulutu gördük de inanmadık mı?” diyen zahir(ezber) alimleri, Muhammed Mehdi’nin başının üstünde gözle görülen bir bulutla dolaşacağını zannetmişler. Muhammed Mehdi’nin başının üzerinde bir bulut vardır; bu bulut gözle görülen değil, manevi bir buluttur. Bu bulut Allah’ın (c.c) rahmetidir. Bütün peygamberlerin ve Peygamberimizin (s.a.v) başının üzerinde olduğu gibi Muhammed Mehdi (a.s)’ın başının üzerinde de Allah’ın (c.c) rahmeti (rahmet bulutu) vardır. “Meleği gördük de inanmadık mı?” diyen, meleği gözleri ile görüp inanacaklarını zanneden zahir (ezber) alimleri ‘Ona: “(Bizim de görebileceğimiz) bir melek indirilseydi ya!” dediler. Eğer bir melek indirseydik, elbette (yine iman etmezler, fakat helak olmaları hususunda) iş bitmiş olur, artık onlara hiç göz açtırılmazdı.’ (En’am 8) ayetini okusunlar.

2

Nasıl peygamberlerin ve Peygamberimizin (s.a.v) üzerinde Allah’tan (c.c) aldığı vahyi ona bildiren bir melek varsa, Muhammed Mehdi’nin üzerinde de Allah’tan (c.c) aldığı vahyi ona bildiren bir melek (İsrafil (a.s)) vardır. Melekler latiftir görünmez ve sesleri işitilmez. Meleğin “Bu Mehdidir ona uyunuz/tabi olunuz” şeklindeki nidası, insanların kalplerine ilham ile bildirmek şeklindedir. İnananların kalpleri meleğin nidasına uyup; toprağın üzerine dökülen suyu kabul edip (içine alıp) yeşerdiği gibi, bu ilhamı kabul edip hidayetle yeşerecek, inkâr edenlerin kalpleri ise şeytanın vesvesesine uyup, taşın üzerine dökülen suyu içine almayıp reddettiği gibi, bu ilhamı reddedecektir. Rabbimizin (c.c) bildirdiği bu delillerin tamamı; bizim ALLAH’ın (c.c) halifesi Muhammed Mehdi olduğumuzun ispatıdır. Şahit olarak ALLAH(c.c) yeter.

Peygamberimiz (s.a.v)’in; “Medine’den çıkacak, Mekke’den çıkacak, şarktan(doğu tarafından) çıkacak” bir başka rivayette ise, “Mağrib memleketlerinde doğacak ve denizi aşıp gelecektir” buyurduğu ve daha bunun gibi bir çok hadisle geleceğini haber verdiği Muhammed Mehdi, Türkiye’de (Sakarya’da) doğmuş,Rabbimiz’in (c.c) kendisini insanlar arasından seçip Muhammed Mehdi adıyla, Nebi vasfıyla vazifelendirmesinden yedi yıl sonra, otuz beş yaşlarında, 2011 yılında, önce ev halkına tebliğ yaptıktan bir müddet sonra Medine’ye, oradan Mekke’ye giderek vazifeye başlamış, ardından Türkiye’ye dönmüş; tebliğlerle ve mücadelelerle geçen yılların ardından Türkiye’den, İslâm’ın (hilafetin) battığı yer olan İstanbul’dan (ikinci Medine’den) zuhur etmiş / tamamen ortaya çıkmıştır. Halen başta İstanbul olmak üzere tebliğin ulaştığı her yerde; insanlığı, İslam’ın özüne, Allah’ın (c.c) birliğine davet etmek, inananlarla beraber Rabbimiz’in (c.c) emrini bütün insanlığa ulaştırmak ve Allah’ın kitabını (Kur’an-ı Kerim) hakim kılmak gayesiyle tebliğ vazifesine devam etmektedir.

Peygamberimiz (s.a.v); “Ben İslâm’ın başıyım Mehdi de sonu olacak.” hadisinin sırrıyla, Araplar içerisinden seçilmiş ve Kur’an kendisine indirilmiş olan, bir resul peygamber olmakla İslâm’ın başıdır. Muhammed Mehdi (a.s); Türkler içerisinden seçilmiş, son resul peygamberi tasdik eden son nebi olmasıyla İslam’ın sonudur. Kader sırrıyla İslam’ın sancaktarlığının/hilafetin Araplardan Türklere geçmesi bunun içindir. Peygamberimizden (s.a.v) günümüze geçen yaklaşık 1400 yıllık zamanın ilk yarısında hilafetin Araplar elinde olması, ikinci yarısında ise Türkler elinde olması bundan dolayıdır. Yine kutsal emanetlerin, İslâm’ın başındaki şehir olan Medine’den alınıp, İslâm’ın(hilafetin) son şehri olan İstanbul’a getirilmesi ve bugün Muhammed Mehdi’nin, kutsal emanetlerin bulunduğu şehirden, “O, Konstantiniyye’yi (İstanbul’u) fethedecek” hadisinin de sırrıyla, İstanbul’ dan zuhur etmesi bundan dolayıdır.

Allah’ın (c.c) nebisi Muhammed Mehdi’ye; her dönemde olduğu gibi bugün de; nefsini ilah edinen, Allah’ın (c.c) hükmüne karşı kibirlenen, Allah’tan (c.c) başka yardımcılar arayan, onlara teslim olanlar değil; Rabbimizin (c.c) ayetlerinde; “Ey iman edenler! Sabır ve namaz/dua ile (Allah’tan) yardım isteyin. Şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara 153), “(Bundan böyle) size azap gelmeden önce, Rabbinize dön(üp tevbe ed)in ve O’na (gönülden) teslim olun. Sonra yardım olunmazsınız.” (Zümer 54) buyurduğu üzere, yalnızca Allah’a (c.c) sığınanalar, Allah’a (c.c) teslim olanlar iman edip, küfrün her türlü cereyanından ve deccalin fitnelerinden emin olacaklardır.

Rabbimiz (c.c); “Biz peyderpey peygamberlerimizi gönderdik. Hangi ümmete peygamber geldiyse onu yalanladılar, biz de onları birbiri ardınca gönderdik ve onları hikayeler yaptık. Artık iman etmeyen kavim uzak olsun.” (Mu’minun 44), “Peygamberleri kendilerine açık delil (ve mucize)lerle geldiği zaman, kendi yanlarındaki (beşerî) bilgilerle şımar(ıp gururlan)dılar. Sonunda (peygamberleri) alaya aldıkları şey(in cezası) kendilerini (çepeçevre) kuşatıverdi.” (Mü’min 83) gibi ayetlerle Rabbimiz (c.c) hangi topluma bir elçi göndermişse inkar edenlerin onları yalanladıklarını haber vermiştir.

Rabbimiz (c.c); her dönemde insanları imtihan etmiştir. Musa (a.s)’ın, Firavunun himayesinde büyümesi, hata ile bir adamı öldürmesi, Rabbimizin (c.c) Musa (a.s) ile otuz gece için sözleşip sonra onu bir on ile (kırka) tamamlaması (müddeti uzatarak bununla o topluluğu imtihan etmesi), Zekeriya (a.s)’ın, İsa (a.s)’ın doğacağını haber vermesine rağmen, toplum İsa (a.s)’ın doğuşunu beklerken Hanne’den Hz. Meryem’in doğması ve Hanne’den olan Meryem’den İsa (a.s)’ın doğması, İsa (a.s)’ın babasız doğması gibi, yine yahudilerin İsrailoğullarından bekledikleri Peygamberimizin (s.a.v) İsmailoğullarından gelmesi, incilde Faraklit (Tesellici) adıyla geçtiği halde Peygamberimizin (s.a.v) Muhammed adıyla vazifelendirilmesi, Rabbimizin (c.c) göndereceği elçilerini açık bir şekilde haber vermediğinin,”Mü’minler ancak gayba inanırlar” ayetinin sırrıyla, her dönemde farklı şekillerde insanlığı imtihan ettiğinin ispatıdır.

3

Bunun içindir ki müşrikler “Ya Muhammed biz yahudi ve hristiyanlara seni sorduk, onlar da senin Resul olmadığını haber verdiler. Şimdi sana kim şahitlik edecek” demişler ve inkar etmişler. Sonuç olarak Rabbimiz (c.c); Peygamber Efendimizin (s.a.v) gelişini de, İncil’de açık bir şekilde “Muhammed gelecek” ya da “vasfı Resul olacak” şeklinde bildirmemiştir. Muhammed Mehdi (a.s)’ın gelişini de, Rabbimiz (c.c) Kur’an-ı Kerim’de açık olmayan birçok ayetle, Peygamberimiz (s.a.v) de yine birçok hadisle haber vermiştir. Ancak Rabbimiz (c.c) Kur’an-ı Kerim’de açık bir şekilde “Muhammed Mehdi gelecek” veya “vasfı Nebi olacak” şeklinde bildirmemiştir.

Rabbimiz (c.c); “Onlar Allah’ın tuzağından emin mi oldular? Fakat kendilerine yazık eden topluluktan başkası Allah’ın tuzağından emin olmaz.” (Araf 99), “Bir tuzak kurdular. Biz de onlar hiç farkında değillerken bir tuzak hazırladık” (Neml 50), “Onlara mühlet veriyorum. Doğrusu benim tuzağım çok sağlamdır.” (Kalem(Nûn) 45),

“İnsanlar, imtihan edilmeden ‘inandık’ demeleriyle bırakılacaklarını mı sandılar? Andolsun ki biz; onlardan öncekileri de imtihan ettik. Allah elbette doğru olanları da bilir, yalancıları da bilir.” (Ankebut 2,3), “Musa, onlara açık açık âyetlerimizle gelince: “Bu uydurulmuş bir sihirden başkası değildir. Biz önceden yaşamış atalarımızdan bunu işitmedik.” dediler. (Kasas 36), “Kavminden ileri gelen inkârcılar da dedi ki: “Bu (Nuh) sizin gibi bir insandan başka bir şey değildir. Size üstün gelmek istiyor. Eğer Allah (peygamber göndermek) isteseydi elbette melekleri indirirdi. Nitekim biz atalarımızdan da böyle bir şey işitmedik” (Mu’minun 24’) , “Doğrusu (Musa’dan) önce Yusuf da size açık deliller (mucizeler) getirmişti; size getirdiği şeylerden (o zaman) şüphelenip durmuştunuz. Nihayet o ölünce, ‘Allah, ondan sonra bir peygamber göndermez.’ demiştiniz. İşte Allah (c.c), aşırı giden şüpheci kimseleri böyle sapıklıkta bırakır. (Mü’min 34’) gibi ayetlerle Rabbimiz (c.c) insanları farklı şekillerde imtihan ettiğini haber vermiştir.

Rabbimiz'in (c.c), "(onlar) Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Allah ise, kâfirler hoşlanmasa da, mutlaka nurunu tamamlamak ister (tamamlayacaktır da).” (Tevbe 32), “O (zalim) kimseler, (insanları) Allah’ın yolundan (Kur’an’dan/İslâm’dan) çevirirler ve onda bir eğrilik (aramak) isterler. Hem onlar, âhireti de inkâr ederler.” (Hud 19) buyurduğu üzere; ortaya konulan delillerin tamamını okuduktan/ işittikten sonra Muhammed Mehdi (a.s)’a işaret eden bir çok ayete ve Peygamberimiz (s.a.v)’den günümüze, ehl-i sünnet alimleri ve müceddidler tarafından kesin gerçek olarak kabul edilerek günümüze kadar aktarılan yüzlerce hadise rağmen, türlü bahanelerle bugün Muhammed Mehdi (a.s)’ın varlığını inkar edenler; önce hadisleri doğrulayıp günümüze aktaran islam alimlerine, Muhammed Mehdi (a.s)’ın gelişini müjdeleyen (haberin sahibi olan) Peygamberimize (s.a.v) ve “O, hevasına göre konuşmaz. O, vahiyle bildirilenden başkası değildir.”(Necm 3,4) buyuran Rabbimiz’e (c.c) iftira etmişlerdir.

Rabbimiz (c.c) bir çok ayetinde “Allah’ın sünnetinde asla bir değişiklik bulamazsın.” buyuruyor. Rabbimiz (c.c), yarattığı ilk insan olan Adem (a.s)’dan itibaren, peyderpey peygamberler (resul ve nebiler) göndermiştir. Allah’ın (c.c) sünneti; hiç değişmeden resuller ve nebiler göndererek Adem (a.s)’dan günümüze kadar geldiği halde, bugün Mehdi (a.s)’ın resul ve nebinin dışında bir şahıs olarak gönderileceğini söyleyenler açık bir cehalet içindedirler.

Peygamberimizin (s.a.v.) “O, Allah’ın (c.c)’ın halifesidir.”, “İlmi ona Allah(c.c) verecek.”, “Başının üstünde bir melek olacak.”, “Nübüvvet mührü olacak.”, “Allah(c.c) onu bir gecede islah eder.” gibi bir çok hadisle nebi vasfına işaret etmesi, “Ben islamın başıyım Mehdi de sonu olacak” gibi birçok hadisle kendisi ile kıyas etmesi, ashabını ashabı ile kıyas ederek; “Siz onları geçemezsiniz, onlar da size erişemezler.” buyurması, Muhammed Mehdi’nin nebi olduğunun kesin delilleridir.

Bugün bu hadisleri görmezden gelip Allah’ın (c.c) Adem (a.s)’dan günümüze kadar değişmeden gelen sünnetini hiçe sayıp yapılan ispatlara rağmen “nebi olamaz” diyerek nebi vasfının dışında vasıf arayanlar, mülkünde dilediği gibi tasarruf eden Rabbimizi (c.c) unutup; birbirine dayanarak; “Bu yüzyılda gelmeyecek”, “gelse biz biliriz” gibi sözlerle nefislerini ilah edinip yalanlayanlar; Muhammed Mehdi’yi, nefisleriyle ortaya çıkan, Kur’an ve Sünnet’in dışında yaşayan insanlarla kıyas etmeye kalkıp, sözleriyle insanları şüpheye düşürerek, Allah(c.c)’ın yolundan alıkoyanlar; Allah’ın (c.c) nurunu ağızları ile söndürmek isteyenler; Allah’ın (c.c) azabına hazırlansınlar.

Peygamberlerin de Peygamberimizin de (s.a.v) peygamber olduklarının en büyük ispatı; kendilerinin ve onlara inananların istikamet bulmalarıdır. (Rabbini bilen, Rabbini hisseden kullar olarak sıratı müstakim üzere yaşamalarıdır.) Muhammed Mehdi’nin de Allah’ın (c.c) nebisi olduğunun en büyük ispatı; kendisinin ve inananların istikamet bulmalarıdır.(Rabbini bilen, Rabbini hisseden kullar olarak sıratı müstakim üzere yaşamalarıdır.

Nasıl Peygamberimize (s.a.v) inananlar, Rabbimiz'in (c.c) hidayeti ile bir anda/kısa bir zamanda Rabbini bilen bir ufka ermişlerse, bugün de Muhammed Mehdi’ye gerçekten inananlar, Rabbimiz’in (c.c) hidayeti ile bir anda/kısa bir zamanda Rabbini bilen bir ufka ermişlerdir. Şahidimiz Allah’tır (c.c). Şahit olarak Allah (c.c) yeter

Rabbimiz (c.c) elçilerini dilediği zaman diliminde gönderebilir. Ancak kader sırrıyla tevafuk ederek; Peygamberimizi de (s.a.v) Muhammed Mehdi’yi de aynı zaman diliminde göndermiştir. Peygamberimiz Hz.Muhammed (s.a.v) de Muhammed Mehdi de yüzyıl başında vazifeye başlamıştır.

Peygamberimizin (s.a.v) doğumu; miladi 571, peygamberliğe (tebliğe) başladığı tarih 610’dur. Muhammed Mehdi (a.s.)’ın doğumu; miladi 1976, nebi vasfıyla (tebliğe) başladığı tarih 2011’dir. Peygamberimiz’den (s.a.v) günümüze geçen yüzyılları saydığımızda, Peygamberimiz (s.a.v) ile Muhammed Mehdi arasında tam 14 yüzyıl vardır. Peygamberimiz (s.a.v), 7. yüzyılın 10. yılında; Mehdi (a.s) 21. yüzyılın 11.yılında vazifeye başlamıştır. Yani Peygamberimizin de (s.a.v.) Muhammed Mehdi (a.s)’ın da, vazifeye başlaması tam aynı zaman diliminde, yüzyıl başında vuku bulmuştur.

Peygamberimiz (s.a.v); “Kıyamet alametleri bir ipe dizilmiş tesbih taneleri gibidir. İp bir kere koptumu hepsi peşpeşe zuhur eder.” buyurmuştur. Zamanımızda bir dizinin dağılması gibi kıyamet alametlerinin ard arda ortaya çıkması, son olarak Irak ve Afganistan’ın dağılmasından sonra, peşpeşe; Tunus, Bahreyn, Yemen, Ürdün, Libya, Mısır, Suriye gibi ülkelerin dağılması, Fırat’ın kenarında büyük savaşın çıkması gibi olayların tamamı; Muhammed Mehdi’nin yaşadığımız bu zamanda zuhurunun ispatıdır. Bütün bu delillere rağmen, inkar edenler; “Allah bilir” demek yerine, nefsini ilah edinip “ben bilirim”, “biz biliriz” diyerek Rabbimiz’in (c.c) ayeti celilesinde, “Peygamberleri kendilerine açık delil (ve mucize)lerle geldiği zaman, kendi yanlarındaki (beşerî) bilgilerle şımar(ıp gururlan)dılar...” (Mü’min 83) buyurduğu üzere büyüklenenler; Allah’ın (c.c) mülkünde, Allah’ın (c.c) asrına (yüzyıla), hâlâ ipotek koyma cüretinde olanlar varsa, mahşer gününe hazırlansınlar. Küfre sapanlar/inkâr edenler: “Sen, gönderilmiş değilsin.” derler. De ki: “Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah ve yanında (ilâhî) Kitab’ın ilmi bulunanlar yeter.”(Rad 43) Bizim vazifemiz, açıkça bir tebliğden başka değildir. Hidayet Allah’tandır (c.c). Gaybı bilen yanlızca Allah’tır (c.c).

4

Rabbimiz’in (c.c), Kur’an-ı Kerim’de haber verdiği Muhammed Mehdi (a.s.’ın gelişine işaret eden ayetlerden bazıları şunlardır;

İşte onlar, kendilerine kitap, hüküm (hikmet) ve peygamberlik verdiğimiz kimselerdir. Eğer bu (Kur’an’a muhatap ola)nlar da nankörlük yapar/inkâr ederlerse, (bilsinler ki biz) inkâr etmeyecek bir kavmi onların yerlerine getiririz. Onlar (o peygamberler), Allah’ın doğru yola eriştirdiği kimselerdir. O halde (Resûlüm! Sen de) onların (o tevhid esasına dayalı) yoluna uy ve de ki:”Ben (peygamberlik vazifeme karşılık) sizden hiçbir mükâfat istemiyorum. O (Kur’an) bütün âlemlere (uyulması gereken) bir ‘irşad ve uyarı’dır.” (En’am 89,90)

Biz onu, yabancı (Arapça bilmeyenlerin) birine indirseydik de onu onlara okusaydı, yine (bir bahane ile o inkârcılar) ona iman etmezlerdi. (Şuara 198-199)

İleride onlara, gerek ufuklarda, gerek kendi içlerinde âyetlerimizi göstereceğiz. Nihayet o (Kur›an’)ın hak olduğu açıkça ortaya çıkacaktır. Rabbinin her şeye hakkıyla şâhit olması kâfî değil mi? (Fussilet 53)

Andolsun ki zikirden (Tevrat’tan) sonra Zebur’da da: “Yeryüzünde, şüphesiz sâlih (Allah’a itaat eden, dürüst ve iyi çalışıp orayı imar eden) kullarım mirasçı (hükümran) olacak.” diye yazmıştık. Muhakkak ki bu (Kur’an’)da kulluk edenler tâifesi için yeterli bir tebliğ (ve öğüt) vardır. (Enbiya 105-106)

Ümmîlere içlerinden, kendilerine (Allah’ın) âyetlerini okuyan, onları (şirkten, kötü hareketlerden) temizleyen, onlara Kitab’ı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O’dur. Halbuki onlar, bundan önce de cidden apaçık bir sapıklık içinde idiler. Onlardan başkalarına (yani) henüz kendilerine katılamamış (bütün insan) lara da (gönderen O’dur). O, güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. Bu, Allah’ın lütfudur ki onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir. (Cuma 2,3,4)

Ey Âdemoğulları! İçinizden size âyetlerimi anlatan bir peygamber gelir de, kim korunur ve kendini ıslah ederse, onlara hiçbir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir. (A’raf 35’)

Allah, mü’minleri içinde bulunduğunuz şu durumda bırakacak değildir. Nihayet, pis olanı temizden ayıracaktır. Allah, size “gaybı” da bildirecek değildir. Fakat Allah, peygamberlerinden dilediğini seçer. O halde Allah’a ve peygamberlerine inanın. Eğer iman eder ve korunursanız, sizin için çok büyük bir mükâfat vardır. (Al-i İmran 179)

(Kıyametin kopmasına dair) o söz başlarına gelince, onlara yerden (topraktan yaratılmış insanlar arasından) bir Dâbbe (hareket eden/ çabalayan) bir elçi) çıkarırız ki o, insanların âyetlerimize kesin olarak inanmadıklarını kendilerine söyleyecektir. (Artık tevbe kapısı kapanmış olup gerçek inananla inanmayan ortaya çıkacaktır.) (Neml 82)

Verilen gerçek söz (olan kıyamet) yaklaştığında inkâr edenlerin gözleri birden faltaşı gibi açılacak: “Eyvah bize! Doğrusu biz bundan gaflet içinde idik ve (kendimize) zulmeden kimselerden olduk.” (diyecekler). (Enbiya 97) Rabbin, hem hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, hem de merhametli olandır. Dilerse sizi ortadan kaldırır; sizi başka bir toplumun soyundan yarattığı gibi, sizden sonra da dilediğini yerinize getirir. Size vaadedilen şeyler muhakkak gelecektir. Siz, onun önüne geçemezsiniz. (En’âm 133,134)

5

Peygamberimizin (s.a.v) haber verdiği kıyamet alametleri ve Muhammed Mehdi (a.s)’a işaret eden hadislerden bazıları şunlardır;

Kıyamet alametleri bir ipe dizilmiş tesbih taneleri gibidir. İp bir kere koptumu hepsi peşpeşe zuhur eder. KÜTÜB-İ SİTTE C.14 S.326

Fırat nehri altın bir dağ üzerinden açılmadıkça kıyamet kopmaz. Onun üzerine insanlar savaşırlar. Yüz kişiden doksan dokuzu öldürülür. Onlardan her biri: “Herhalde savaşı ben kazanacağım” der.” Kim o hadiseye hazır olursa, ondan (o hazineden) hiçbir şey almasın. Kütüb-i Sitte, cilt 14, s. 336, hadis no:5040

Maveraunnehir’den bir adam çıkacak, ona el-Haris Harras (çiftçi) [el-Haris İbnu Harras] denecek. (Ordusunun) önünde Mansur denen bir adam olacak. Bu zat Al-i Muhammed için (malıyla, hazineleriyle, silahıyla zemin) hazırlayacak, hilafeti mümkün kılacaktır. Tıpkı Kureyş’in Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a mümkün kıldığı gibi. Ona yardımcı olmak her Müslümana vacib olmuştur -veya ona icabet etmesi vacip olmuştur. Kaynak: Kütüb-i Sitte (Ebu Davud, Mehdi 1 (2452))

Ebu Hureyye’ den “Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu “Eğer dünyanın sonuna sadece bir gün kalsa dahi Allah (c.c) o günü o kadar uzatacak ki Ehl-i Beytimden biri gelecek, Deylem dağı ve Konstantiniyeye hakim olacak” Kaynak: Sünen-i İbn-i Mace c.2, s.179’da (Mısır basımı)

Mehdi bendendir, alnı açıktır, burnu ince ve uzun olup ortası hafif çıkıntılıdır. Ebu Davud Mehdi:1, no:4285

Sağ yanağında, inciyi andıran, bir yıldız gibi yüzünü aydınlatan bir işaret vardır. Sakalı sık, omuzunda Peygamber’in (s.a.v.) nişanı vardır. Uylukları uzundur, rengi arap rengidir. Dilinde ağırlık vardır. Yavaş ve ağır konuştuğu zaman sağ elini sol dizine vurur. Kırk yaşındadır. Diğer bir rivayete göre otuz ilâ kırk yaş arasındadır. Allah(c.c.)’a karşı son derece boyun eğicidir, üzerinde iki pamuk abası vardır. Ahlâk bakımından Peygamber (s.a.v.)’e benzer. Esmerdir. Orta boyludur. Kaşı kavislidir. Kaynak: Medineli Allâme Muhammed B. Resul El - Hüseynî El Berzencî Kıyamet Alâmetleri(3.Kısım 1.Safha sayfa 162-163)

O, İslâm’ı özüne döndürecek. Her taraftan, arıların kovanlarına gelip sığındığı gibi, ona gelip sığınacaklar .Peygamber (s.a.v.) ‘in yolunda gidecek. Uyuyan kişiyi uyandırmayacak, kan da akıtmayacaktır. İhyâ etmedik sünnet; kaldırmadık bidat bırakmıyacak- tır.

Âhir zamanda aynı Peygamber (s.a.v) gibi dinin icablarını yerine getirecektir. Kaynak: Muhyiddin Arabi el-Endülüsî Futuhat’ül Mekkiye (66.bab), Medineli Allâme Muhammed B. Resul El - Hüseynî El Berzencî Kıyamet Alâmetleri (sayfa 163-164)

Mehdi benim neslimdendir benim sünnetimi diriltmek için savaşır nasıl ki ben vahiy için (vahyin muhtevasınca amel edilsin diye) savaştığım gibi. Kaynak : İbn-i Hacer Mehdi Risalesi Sayfa 71

“Ben islamın başıyım, Mehdi de sonu olacak” Ey Fadl’ın babası (Hz.Abbas), sana müjdeler olsun ki,Allahü Teala, şu İslâm dininin kapısını benimle açmış, senin zürriyetinle sona erdirecektir. Kaynak: (AHMED İBN-İ HACER-İ MEKKİ (HEYTEMİ)BEKLENEN MEHDİ’NİN ALAMETLERİ Sayfa 13 Ebu Naim’in, HİLYE adlı ese- rinde Ebu Hüreyre (R.A)’den rivayet etmiştir.

Hz. Peygamber (s.a.v)’e “Ya Resulallah Mehdi bizden mi yoksa gayrımızdan mı” diye sordu buyurdular ki:”Bilakis bizden- dir, Cenabı Hak islamı nasıl bizimle başlatmışsa onunla sona erdirecektir nasıl bizimle onlar aralarındaki şirk ve ada- vetten kurtulmuş ve kalplerine ülfet ve muhabbet yerleşmişse (O’nun gelişiyle) yine öyle olacaktır. Kaynak: İbn-i Hacer,Celaleddin Suyuti, Tabarani

Peygamberimiz, Ben Hz. Mehdi’yi PEYGAMBERLERİN SUHUFUNDA şöyle bulurum: “HZ. MEHDİ (a.s)’ın amelinde ne zulüm ne de ayıp yoktur.” buyurmuştur. Kaynak: Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 21

Mehdi masumdur ve verdiği hükümde de masumiyetinin yegane anlamı hata etmemesidir. Kaynak: Muhyiddin Arabi, Futuhat’ül Mekkiye (c.13 5.sifir)

Peygamberimiz; izimi takip eder yanılmaz buyurmuştur. Kaynak: Muhyiddin Arabi, Futuhat’ül Mekkiye (c.13 5.sifir)

“...Ehl-i beytimden birisi, ki bu zatın ismi benim ismine uyar, babasının ismi de babamın ismine uyar. Bu zat, yeryü- zünü, eskiden cevr ve zulümle dolu olmasının aksine- adalet ve hakkaniyetle doldurur.” Kaynak: [Ebu Davud, Mehdî 1, (4282);Tirmizî, Fiten 52, (2231, 2232).] (Kütüb-i Sitte, cilt 14, s. 275, hadis no:5006)

Mehdi çıkar başının üstünde bir melek olur o melek şöyle nida eder “şu şahıs Mehdidir, ona tabi olunuz “ Kaynak: İbn-u Hacer Mehdi Risalesi Sayfa 65

Kim Deccalı yalanlarsa kafir olur, kim de Mehdi’yi yalanlarsa o da kafir olur. Kaynak: Ebubekir El-İskaf Favaid-il-ehbar,Ali el-Müttaki Kitab’ül-Burhan fi alamati Mehdiy-yi ahiri’z zeman , no:260,2/844, Süyuti, el-Havi:2/161

Onları görünce onlara derhal biat edin, kar üzerinde emekleyerek de olsa!” buyurdular. Çünkü o, Allah’ın halifesidir, Mehdidir. Kaynak : Kütüb-i Sitte, cilt 17, s. 557, hadis no:4084-7234

Hz. Mehdi (a.s)’ın omuzunda Peygamber Efendimiz (s.a.v)’deki nübüvvet mührü bulunacaktır. Ahmet İbn-i Hacer-i Mekki (Heytemi), Beklenen Mehdi’nin Alametleri, El-Kavlu’l Muhtasarr Fi Alamatil Mehdiyy- il Muntazar, s. 41)

O kimsenin bilmediği gizli bir duruma kılavuzlandığı için kendisine Mehdi denmiştir. Kaynak: Nuaym b.Hammad

Resulullah (s.a.v) buyurdu: Mehdi’ye Bedir ehli sayısınca kişi, Rukun ve Makam arasında (İbrahim (a.s)’ın makamı ile Peygamberimiz (s.a.v)’in makamı arasında), biat eder. Irak halkının ileri gelenleri ve Şam ebdalları O’na gelirler. O zaman Şam’dan bir ordu O’na karşı savaşmak için gelir, ancak Beyda’ya girdiğinde yere batırılır. Kaynak: Tabarani, Celaleddin Suyuti

İsa b. Meryem’in arkasında namaz kılacağı kişi bizdendir. Kaynak: Ebu Nua’ym, Kitab’ül-Mehdi,Kenzü’l-ummal, no:38673 ,14/266

Resulullah (s.a.v) buyurdu: İsa b. Meryem de iner, bu müslümanların reisi (Mehdi): “Gel bize namaz kıldır!” der. Fakat Hz. İsa (a.s).: “Hayır! Allah’ın bu ümmete bir ikramı olarak siz birbirinize emirsiniz!” der. Kaynak: Kütüb-i Sitte C.14 S.274 , (Müslim, İman 247.)

... Sonra (en sonunda), nübüvvet minhacında bir hilafet olur. Kaynak: Ahmed b. Hanbel, 4/273

“..Beni İsrail yetmiş iki millete (dine, fırkaya) bölünmüştü. Benim ümmetim de yetmiş üç millete bölünecektir. Bun- lardan bir tanesi hariç hepsi ateştedir.” “Bu fırka hangisidir?” diye soruldu. “Benim ve ashabımın üzerinde olduğu şeyden ayrılmayanlardır!” Kaynak: (Tirmizi, İman 18, (2643))

Din garip başladı, yine başladığı gibi garip olacaktır. Bu gariplere müjdeler olsun. Kaynak: (Müslim, İman 65. no:145 1/130 - ibn-i Mace , Fiten ; 15,no 2.3986 )

“İslam, şüphesiz garip olarak başladı ve günün birinde garip hale dönecektir. Ne mutlu o garip mü’minlere!” Gariplerin kim olduğunu soran Abdullah bin Mesud’a, Peygamberimiz, “Kabilelerinden dinleri için ayrılıp uzaklaşanlardır.” buyurmuştur. “Ne mutlu o garip, mü’minlere ki, insanların benden sonra bozdukları sünnetimi ıslah ederler.” Kaynak: ( Müslim, İman: 232.Tirmizi; İman: 13.)

İnsanların ümitsiz olduğu ve “hiç mehdi falan yokmuş” dediği bir sırada Allah mehdiyi gönderir. KAYNAK: Kitab’ül Burhan fi Alamet-il Mehdiy-yil Ahir zaman sayfa55

Kütüb-i Sitte’de; Muhammed Mehdi (a.s.) ile ilgili mütevatir derecesine ulaştığı kabul edilen hadisler, Ebu Dâvut, Tirmizî, İbnu Mace, Bezzar, Hakim, Taberâni, Ebu Ya’la el-Mevsılî gibi meşhur imamlar tarafından tahric edilmiştir. Bu hadisleri Hz. Ali, İbnu Abbas, İbnu Ömer, Talha, İbnu Mes’ud, Ebu Hureyre, Enes, Ebu Said el-Hudrî, Ümmü Habi- be, Ümmü Seleme, Sevban, Kurre İbnu İyâs, Ali el-Hilâli, Abdullah İbnu’l-Haris İbni›l-Cez’ radıyallahu anhüm ecma- in gibi Ashab’ın en tanınmış kişileri rivayet etmiştir. KAYNAK: Kütüb-i Sitte, Cilt 14, Sayfa 277

6

Rabbimiz (c.c); Kur’an-ı Kerim’de, elçilerini inkar edenlerin hallerine ait haberler vermiştir.

Buna rağmen onlar, kendilerine hak (olan Kur’an ve Peygamber) gelince yalanladılar. Şimdi onlar (fikren) sıkıntılı bir kararsızlık içindedirler. (Kaf 5)

(Ey insanlar!) Rabbinizden size indirilen (Kur’an-ı Kerim)e uyun, onun dışında/onsuz birtakım velilere/önder ve dostlara uyup peşlerinden gitmeyin. Ne az öğüt alıyorsunuz! (A’râf 3)

Kendilerine (peygamber) gönderilenlere, (sapmalarının sebebini) mutlaka soracağız ve gönderilen (peygamber)lere de (kendilerine uyup uymayandan ve tebliğ vazifesinden) elbette soracağız. (A’râf 6)

O (küfre sapa)nlar, ahirete tercih ettikleri dünya hayatını severler. (İnsanları) Allah’ın yolundan alıkoyarlar ve onu (o yolu) eğri (ilerlemeye mani/tutucu) göstermek isterler. İşte onlar (haktan) uzak bir sapıklık içindedirler. Biz her peygamberi, (kitabımızı) apaçık anlatsın diye ancak kendi halkının diliyle gönderdik. Artık Allah, dilediğini (amellerinin gereği olarak) sapıklıkta bırakır, dilediğini de doğru yola iletir. O, eşsiz güç, mutlak hüküm ve hikmet sahibidir. (İbrahim 3,4)

“... ‘Öyleyse bize apaçık/olağanüstü bir delil getirin.’ demişlerdi.” Resulleri de onlara dediler ki: “(Evet) biz de sizin gibi sadece birer insanız. Fakat Allah, kullarından dilediğine nimetini lütfeder. Allah’ın izni olmadan bizim, size (istediğiniz gibi, kesin) bir delil (ve mucize) getirmemize imkân yoktur. İnananlar artık ancak Allah’a güvenip dayansın(lar).” (İbrahim 10,11)

(Kâfirler:) “Ey kendisine zikir (Kur’an) indirilen (Muhammed)! Şüphesiz sen mecnunsun! Eğer doğru söyleyenlerden isen, ne diye bize melekleri getirmiyorsun?” dediler. Biz melekleri ancak hak gereği indiririz (gerekmedikçe göndermeyiz). O zaman da onlara mühlet verilmez. Muhakkak ki o zikri (Kur’an’ı) biz indirdik biz; şüphesiz onun koruyucusu da ancak biziz. (Ey Muhammed!) Andolsun ki senden önce geçmiş topluluklar içinden de peygamberler gönderdik. Onlara bir peygamber gelmeyegörsün, mutlaka onunla alay ederlerdi. (Hicr 6,7,8,9,10,11)

Böylece onlardan bir kısmını diğeriyle imtihan ettik ki bu sebeple onlar: “Allah, (biz dururken) aramızdan (bula bula) bunlara mı lütufta bulundu?” desinler. Allah “şükrünü yerine getiren” (ve samimi olup lütfuna layık kimse)leri daha iyi bilmez olur mu? (En’am 53)

(Onlar): “Arkana toplumun en düşük tabaka(- sın)dan (bayağı) kimseler takılmışken biz sana iman eder miyiz?” dediler. (Şuara 111)

(Ehl-i Kitab ve müşriklerden birtakım) bilgi yoksunları: “Allah (senin peygamberliğin hakkında) bizimle konuşmalı, ya da bize bir ayet (mucize) gelmeli değil miydi?” dediler. Onlardan öncekiler de, tıpkı onların söyledikleri gibi söylemişlerdi. (Nasıl da) kalpleri birbirine benzeşti. Biz kesin inanan kimseler için ayetleri apaçık gösterdik. (Bakara 118)

Ona: “(Bizim de görebileceğimiz) bir melek indirilseydi ya!” dediler. Eğer bir melek indirseydik, elbette iş bitmiş olur, artık onlara hiç göz açtırılmazdı. (En’am 8 )

(Müşrikler:) “O’na, Rabbinden bir mucize indirilmeli değil miydi?” dediler. De ki: “Gayb, Allah’a mahsustur; bekleyin. Ben de sizinle beraber (sizin için gelecek bir mucize veya azabı) bekleyenlerdenim.” (Yunus 20)

İnkâr edenler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilseydi ya!” derler. (Resûlüm! Bil ki) sen ancak uyarıcısın, her toplumun da bir yol göstericisi (davet edeni) vardır. (Rad 7)

Kendilerine doğru yol rehberi (Kur’an) geldiği zaman, insanların iman etmelerine ancak: “Allah bir insanı mı peygamber gönderdi?” demeleri mânî oldu. (İsra 94)

Seni gördükleri zaman: “Allah’ın peygamber olarak gönderdiği bu mu?” (diyerek) seni eğlenceye almaktan başka bir şey yapmazlar. (Furkan 41)

Bir mucize gördükleri zaman alaya alırlar ve: “Bu apaçık bir sihirden başkası değildir.” derler. (Saffat 14,15)

Andolsun ki biz, Musa’yı, ayet (ve mucize)lerimizle Firavun’a ve ileri gelenlerine gönderdik de (onlara): “Şüphesiz ben âlemlerin Rabbinin elçisiyim (bana iman edin).” dedi. Onlara, ayet (ve mucize)lerimizi getirince, hemen bunlara gülüştüler. (Zuhruf 46,47)

Onlar yeminlerini kalkan yapıp da (mü’minleri) Allah yolundan çevirdiler. İşte onlar için rezil edici bir azap vardır. (Mücadele 16)

Allah onların hepsini tekrar dirilttiği gün, size (yalan yere) yemin ettikleri gibi, O’na da (mü’miniz diye) yemin ederler ve onlar hakikaten bir şey üzerinde olduklarını sanırlar. Haberiniz olsun ki onlar, yalancıların (münâfıkların) ta kendileridir. (Mücadele 18)

(Salih, onlara) dedi ki: “Ey kavmim! Söyleyin bana, ya ben Rabbimden açık bir delil (ve mucize) üzerinde isem ve O bana kendisinden bir rahmet (peygamberlik) vermişse, ben de O’na âsî olursam, Allah’(ın azabın)a karşı bana kim yardım eder? Sizin de bana zararımı artırmaktan başka bir katkınız olmaz.” (Hud 63) gibi ayetlerle Rabbimiz (c.c), insanların “Allah’ın peygamber olarak gönderdiği bu mu?”, “Sen de bizim gibi bir insandan başka değilsin!” diyerek gönderilen peygamberleri yalanladığını haber vermiştir. Rabbimiz (c.c), bütün peygamberlerinden sonra, Peygamber Efendimizi de (s.a.v) kitapla gönderilen peygamberlerin sonuncusu olarak; son resul peygamber olarak gönderdikten sonra, yaşadığımız bu dönemde de Muhammed Mehdi’yi, Peygamberimizi (s.a.v) tasdik eden bir nebi olarak görevlendirmiştir. Şahit olarak ALLAH (c.c) yeter.

7

Muhammed Mehdi, 1976 yılında Peygamberimiz’in (s.a.v) “Mağrib memleketlerinde doğacak” hadis-i şeriflerinde de buyurduğu üzere Sakarya (Kuzuluk)’da doğmuştur. 27-28 yaşlarına kadar, babasının kendine verdiği Osman Aydoğdu adıyla insanlar arasında yaşamıştır. 27-28 yaşlarında, 2004 yılının ramazan ayından itibaren, Rabbimizin (c.c) vahyiyle; yaklaşık yedi ay içerisinde Muhammed Mehdi (a.s) olduğunu bilmiştir. Allah’ın (c.c), insanlar arasından kendisini seçip Muhammed Mehdi adıyla, nebi vasfıyla vazifelendirmesinden yedi yıl sonra da Rabbimiz’in (c.c) emriyle; Peygamberimiz (s.a.v) döneminde olduğu gibi birer birer, önce ailesinden ve yakınlarından başlayarak, Allah’ın (c.c) emrini tüm insanlığa tebliğe devam etmektedir. Rabbimizin (c.c.) Kur’an-ı Kerim’de "Ey iman edenler! Allah’ın (dininin/Kur’an’ın hayata hâkim olmasının) yardımcıları olun. Meryemoğlu İsa’nın havârilere: 'Allah (dâvâsın) da benim yardımcılarım kim (olacak)?' deyip de havârilerin de: 'Allah (dâvâsın)ın yardımcıları biziz.' dedikleri gibi (ey mü’ minler! Siz de öyle deyin). Sonuçta İsrâiloğullarından bir zümre (böyle) iman etti, bir zümre de inkâr etti. Biz de iman edenleri, düşmanlarına karşı destekledik de galip geldiler." (Saff 14) buyurduğu üzere; bugün de iman edenler, Allah’ın (c.c) davasının yardımcıları olacaklardır.

İman edenler, müslüman olduğunu söylediği halde, Rabbinden gafil bir şekilde zahiren (takliden) islamı yaşayanlar gibi değil, Peygamberimiz (s.a.v.) döneminde aslıyla (özüyle) Kur’an ve Sünnet üzere Rabbini bilerek, hissederek yaşayan sahabeler gibi yaşayacaklar. Rabbimizin (c.c) ayeti celilesinde; “İman edin ki, kurtuluşa eresiniz” buyurduğu üzere iman edenler, “Mehdi, islamı özüne döndürecek”, “Asr-ı Saadet yaşanacak” hadislerinin de sırrıyla; yine (özüyle) Kur’an ve sünnetle, Rabbini bilen, Rabbini hisseden arif kullardan olacaklar. İnananlar, Peygamberimizin (s.a.v); “Allah’ı görüyormuşçasına namaz kılın, siz görmeseniz de Allah sizi görüyor”, “Namaz mü’minin miracıdır” buyurduğu üzere, namazın da sırrına erip hevasına göre değil, Allah’ın (c.c) emrine göre, istikametle (sıratı müstakim üzere) yaşayacak, bu zamanın sahabesi olacaklar. Rabbimizin (c.c) rızasına erecek, sonsuz saadet yurdu olan cennetlere varacaklardır. İnkar edenlerse, sonsuza dek Rabbimiz’in (c.c) rahmetinden uzak olacak, cehennem ehlinden olacaklardır.

Rabbimiz (c.c), sözlerimizin şahididir. Bizim vazifemiz, açıkça bir tebliğden başka değildir. Hidayet Allah’tandır (c.c). Gaybı bilen yalnızca Allah’tır (c.c). Şahit olarak ALLAH (c.c) yeter.

Allah'ın (c.c) Nebisi
Muhammed Mehdi (a.s)

Muhammed Mehdi (a.s)’dan insanlığa çağrı/tebliğ metni 2017 yılında Ramazan bayramının birinci günü internet üzerinden http://mehdialeyhisselam.istanbul adresinden yayınlanmıştır.

8

Muhammed Mehdi (a.s),
son Rasul olan Hz. Muhammed (a.s.v)'ı
tasdik eden son Nebi’dir.

Rahman ve Rahim Allah’ın (c.c) adıyla

Ey insanlar, Mülkün tek sahibi olan Rabbimiz (c.c), rahmetiyle, Peygamber Efendimiz’i (s.a.v) kitapla gönderilen peygamberlerin sonuncusu olarak vazifelendirdikten sonra, kıyamete yaklaştığımız böyle bir zamanda da Muhammed Mehdi (a.s)’ı, Peygamber Efendimiz’i (s.a.v) tasdik eden, nebi olarak vazifelendirmiştir. Hüküm Allah’ındır (c.c). Başta da, sonda da emir, Allah’a (c.c) aittir. Muhammed Mehdi (a.s)’ın, Rabbimiz’in (c.c) vahyiyle, tebliğ metninde ortaya koyduğu delillerden sonra, Rabbimiz’in (c.c) sınırsız ilmini ve imtihanını hiçe sayıp, nefsini ilah edinerek, Mehdi (a.s)’ı inkar eden ve nebi olmadığını söyleyenlere, Muhammed Mehdi (a.s)’ın, uyarısı ve cevabıdır!

Ey insanlar, Allah’a (c.c) karşı, yücelik taslamayın! Ben size apaçık, delil getiriyorum. Allah’ın (c.c) emrine uyun ki, kurtuluşa eresiniz! Ey insanlar, Peygamberimiz’in (s.a.v), “Benden sonra, peygamberlikten sadece mübeşşirat (salih rüya) kalacaktır.” buyurduğunu, buna dayanarak Peygamberimiz’den (s.a.v) sonra bir nebinin gelmeyeceğini söylüyorsunuz: Peygamberimiz (s.a.v), kitapla gönderilen Peygamberlerin sonuncusudur, Peygamberimiz’den (s.a.v) sonra, Rabbimiz’in (c.c) katından inecek yeni bir ayet, yeni bir kitap yoktur ancak mübeşşirat (salih rüya) devam edecektir. İslam son din, Kur’an-ı Kerim son kitap, Peygamberimiz (s.a.v) kitapla gönderilen peygamberlerin sonuncusudur. Peygamberimiz’den (s.a.v) sonra yeni bir kitapla yeni bir dinle bir resul gelmeyecektir. Ancak, bir peygamber olan İsa (a.s) da peygamber olarak, bir nebi olan Muhammed Mehdi (a.s) da nebi olarak; islam üzere Kur’an üzere Peygamberimiz’i (s.a.v) tasdik eden nebiler olarak geleceklerdir ve gelmişlerdir.

Yine, Peygamberimiz (s.a.v), “Risalet de nübüvvet de kesintiye uğramış, sona ermiştir. Benden sonra gelecek ne resul vardır ne de nebi! Ancak mübeşşirat (salih rüya), devam edecektir.” buyurmuştur. Peygamberimiz’in (s.a.v) “risalet de nübüvvet de kesintiye uğramış” buyurduğu, nebilik makamıdır. “Sona ermiştir” buyurduğu ise Rasulluk makamıdır. "Benden sonra ne resul vardır, ne de nebi” buyurması ise Peygamberimiz’den sav hemen sonra bir resul ve nebinin olmadığına işarettir. Peygamberimiz’in (s.a.v), “kesintiye uğramış” buyurduğu nebilik makamı, İsa (a.s)’ın nüzulu, Mehdi (a.s)’ın zuhuruna kadardır. Peygamberimiz’den (s.a.v) sonra İsa (a.s)’ın nüzulu, Mehdi (a.s)’ın zuhuruna kadar bir nebi, gelmeyecektir. İsa (a.s) da, Mehdi (a.s) da islam üzere Kur’an üzere Peygamberimiz’i (s.a.v) tasdik eden nebiler olarak gelmişlerdir.

Bir başka hadisi şerifinde Peygamberimiz (s.a.v); “Benimle, benden önceki diğer peygamberlerin durumu, mükemmel ve güzel bir ev yapan, fakat sadece köşelerinin birinde bir kerpiçlik yeri boş bırakan, bir adama benzer. Halk, evi hayran hayran dolaşmaya başlar ve o eksikliği görüp, ‘Bu boşluğa bir kerpiç konulmayacak mı?’ der. İşte ben bu kerpicim, ben peygamberlerin sonuncusuyum.” buyurmuştur. Peygamberimiz (s.a.v), rasul peygamberlerin sonuncusudur ve rasuller evinin son kerpici konumundadır. Muhammed Mehdi (a.s) nebilerin sonuncusudur ve nebiler evinin son kerpici konumundadır. Bununla beraber Muhammed Mehdi (a.s), son Rasulu tasdik eden son nebi olmakla son peygamberin ikinci yarısı (son kerpicin ikinci yarısı) konumundadır. Bütün peygamberler çift yaratılmıştır, bir bütünün iki yarısı gibidir. Harun (a.s), Musa (a.s)’ın ikinci yarısı; Süleyman (a.s), Davud (a.s) ‘ın ikinci yarısı ; Yahya (a.s), İsa (a.s) ‘ın ikinci yarısı; Muhammed Mehdi (a.s) da, (Peygamberimiz) Muhammed Mustafa (s.a.v)’in ikinci yarısı konumundadır.

Bununla beraber; Tevrat’ın, Musa (a.s) ile beraber Harun (a.s)’a da vahyolunması; Zebur’un, Davud (a.s) ile beraber Süleyman (a.s)’a da vahyolunması; İncil’in, İsa (a.s) ile beraber Yahya (a.s)’a da vahyolunması; Peygamber Efendimiz’e (s.a.v) indirilen Kur’an-ı Kerim’in de Peygamberimiz’le (s.a.v) beraber, Muhammed Mehdi (a.s)’a da vahyolunması, yani adı geçen rasul ve nebilerin aynı kitaba memur edilip birbirinin tamamlayıcısı olması, bunun ispatıdır. Nebiler, rasullerin tamamlayıcısıdır; bir bütünün ikinci yarısı gibi.

İşte, Peygamberimiz’in (s.a.v) “ben, o son kerpicim” buyurduğu, o son kerpicin ikinci yarısı/tamamlayıcısı; Muhammed Mehdi (a.s)’dır. Peygamberimiz’in (s.a.v); islamı ikiye ayırıp; “Ben islamın başıyım, Mehdi de sonu olacaktır.” buyurması, yine “Kıyamet yaklaştı, ay yarıldı.” ayeti ile Peygamberimiz’in (s.a.v), ayı ikiye yarma mucizesi, bunun ispatıdır. Peygamberimiz (s.a.v), yarılan ayın, ilk yarısı; Muhammed Mehdi (a.s), yarılan ayın, ikinci yarısıdır.

Yine, Peygamberimiz’in (s.a.v), ”İsrailoğulları zamanında, onları (amirlerin, valilerin ahaliyi idare ettiği gibi) peygamberler idare ederdi. Her ne zaman bir peygamber ölürse, onun yerine başkası geçerdi. Şüphesiz ki, benden sonra peygamber yoktur. Ancak halifeler bulunur (ümmeti bu devlet reisleri idare eder). Onlar müteaddit (birden fazla) de olabilir.” buyurduğunu ve buna dayanarak, Peygamberimiz’den (s.a.v) sonra bir peygamberin olmadığını söyleyenlere, Muhammed Mehdi (a.s)’ın cevabıdır.

9

Peygamberimiz (s.a.v); İsrailoğulları zamanında halkı, peygamberlerin idare ettiğini, bir peygamber ölürse, onun yerine başka bir peygamberin geçip halkı idare ettiğini haber veriyor. Peygamberimiz (s.a.v); kendisinden sonra ise, peygamberlerin değil, halifelerin insanların başında bulunacağını, halkı idare edeceğini ve bu halifelerin, birden fazla olabileceğini, haber veriyor. Buyurduğu üzere; Peygamberimiz’in (s.a.v) vefatından hemen sonra insanların başına bir peygamber değil, ard arda halifeler geçmiş ve insanları, onlar idare etmişlerdir. Peygamberimiz’in (s.a.v.), “Benden sonra peygamber yoktur ancak halifeler bulunur.” sözü, Peygamberimiz’in (s.a.v.) vefatından hemen sonra insanların başına, bir peygamberin değil, ard arda halifelerin geçmesiyle aynı ile yaşanmıştır. Peygamberimiz (s.a.v); “Benden sonra peygamber yoktur. Ancak halifeler bulunur.” buyurarak kendisinden hemen sonra bir peygamberin değil, halifelerin geleceğini haber vermiş ve nübüvvet kapısını kapatmıştır. Ancak “Kıyamete yakın bir zamanda İsa (a.s) da, Mehdi (a.s) da gelecek” buyurarak; anahtarın sahibini göstermiştir. Bundan dolayı, bin dört yüz senedir açılamayan bu kapıyı, zuhuruyla ancak Muhammed Mehdi ’den; Rabbimiz’in (c.c) vahyiyle, kapının anahtarları mesabesinde olan ayet ve hadislerle, delilleri ortaya koyarak açmıştır.

Nasıl ki her kapının anahtarı, o evin sahibine verilirse bunun gibi; bu manevi kapının anahtarı da Rabbimiz (c.c) tarafından Muhammed Mehdi (a.s)’a verilmiştir. Bin dört yüz sene önce Peygamberimiz’in (s.a.v.) kapattığı bu manevi kapıyı, bugün, Muhammed Mehdi (a.s)’ın açmasıyla; arada geçen bin dört yüz sene boyunca bu kapı, manevi zararlardan korunmuştur. (Bir mektubun kapanıp mühürlenerek, sahibine gönderilmesi gibi.) Şüphesiz ki İslam son din, Kur’an-ı Kerim son kitap, Peygamberimiz (s.a.v) kitapla gönderilen peygamberlerin sonuncusudur. İsa (a.s) da, Mehdi (a.s) da islam üzere, Kur’an üzere Peygamberimiz’i (s.a.v.) tasdik eden nebiler olarak gelmişlerdir. Bütün peygamberler kendilerinden sonra gelecek olan elçiyi müjdelemekle vazifelidir. Peygamberimiz’in (s.a.v), zamanımıza ulaşan iki yüze yakın hadisle Muhammed Mehdi (a.s)’ın geleceğini müjdelemesi bunun içindir. Bahsi geçen hadisi şeriflerde, Peygamberimiz’in (s.a.v), kendisinden sonra, bir peygamberin gelmeyeceğini haber vermesi; kendisinden hemen sonra çıkabilecek yalancılara karşı, ashabını uyarmak içindir. Kendisinden sonra, bir peygamberin gelmeyeceğini haber veren Peygamberimiz’in (s.a.v), aynı zamanda; kıyamete yakın bir zamanda İsa (a.s)’ın da, Mehdi (a.s)’ın da geleceğini haber vermesi; kendisinden sonra, İsa (a.s)’ın nüzulü, Mehdi (a.s)’ın zuhuruna kadar, bir peygamberin gelmeyeceğine işaret etmek, bununla beraber; şüphesiz bir peygamber olan İsa (a.s)’ın da, bir nebi olan Mehdi (a.s)’ın da islam üzere Kur’an üzere, Peygamberimiz’i (s.a.v) tasdik eden nebiler olarak geleceklerine işaret etmek içindir.

Rabbimiz (c.c) Araf Sûresi 99.ayetinde; “Onlar Allah’ın tuzağından emin mi oldular? Fakat kendilerine yazık eden topluluktan başkası Allah’ın tuzağından emin olmaz.” buyuruyor.

Rabbimiz (c.c.)’in, Ahzab suresi 40. ayetinde, “Muhammed, adamlarınızdan hiçbirisinin babası değildir; fakat o Allah’ın Resûlü ve Nebilerin sonuncusudur. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.” buyurması, bununla beraber Muhammed Mehdi’nin nebi vasfıyla zuhuru, insanlık için bir imtihan vesilesi olmuştur. Muhammed adı, hem Peygamberimiz’in (s.a.v) hem Mehdi (a.s)’ın Rabbimiz (c.c) katındaki adıdır. Rabbimiz (c.c), Kur’an-ı Kerim’de, Muhammed adıyla, bir isimle iki şahsa; zahirde Peygamberimiz’e (s.a.v.), batında Muhammed Mehdi (a.s)’a işaret etmiştir. Bu Allah’ın (c.c) mucizesidir. “Muhammed, Allah’ın Resulu” buyururken; rasul olan Muhammed, Muhammed Mustafa’ya (s.a.v) ve “Nebilerin sonuncusudur” buyururken de; nebi olan Muhammed, Muhammed Mehdi’ye işaret etmiştir. “Kıyamet yaklaştı, ay yarıldı” ayetinin sırrıyla; Peygamberimiz’in (s.a.v.) ayı ikiye yarma mucizesi de bu ayetin sağlaması hükmündedir. Peygamberimiz’in (s.a.v), ayı/bir ayı ikiye yarma mucizesi, peygamberliği ikiye ayırmasına işarettir. Peygamberimiz (s.a.v); yarılan ayın ilk yarısı rasul olan Muhammed, Muhammed Mehdi (a.s); yarılan ayın ikinci yarısı nebi olan Muhammed’dir. Nasıl ki ay güneşten aldığı ışığı dünyaya yansıtıyorsa, peygamberler de Rabbimiz’den (c.c.) aldığı vahyi (nuru) insanlığa yansıtan elçilerdir.

Peygamberimiz’in (s.a.v), başka bir cismi değil de ayı yarması ve ikiye yarmasının hikmeti budur. Peygamberimiz’in (s.a.v); hicret esnasında, Medineliler tarafından “aydoğdu üzerimize” sözleriyle karşılanması da bunun ispatlarındandır. Peygamberimiz’in (s.a.v) işareti ile ayı ikiye yarması gibi bugün de Rabbimiz’in (c.c.) vahyiyle, Muhammed Mehdi (a.s); ilmiyle ayı ikiye yarmış, mucize yeniden tekrarlanmıştır, Muhammed Mehdi (a.s)’ın nebi vasfıyla zuhuru ile fiili olarak mucize tamamlanmıştır. Rabbimiz’in (c.c.) Muhammed Mehdi (a.s)’a bildirdiği bu delillerin tamamı, Muhammed Mehdi (a.s)’ın, Allah’ın halifesi olduğunun ve Peygamberimiz’i (s.a.v.) tasdik eden nebi olduğunun ispatıdır. Şahit olarak ALLAH (c.c) yeter

Rabbimiz (c.c) Neml Suresi 82.ayeti celilesinde; "(Ezelde takdir edilmiş olan) “o söz’ün zuhur vakti gelince, onlara yerden bir Dâbbe çıkarırız ki o; insanların ayetlerimize kesin olarak inanmadıklarını kendilerine söyleyecektir. (Artık tevbe kapısı kapanmış olup, gerçek inananla inanmayan ortaya çıkacaktır.)" buyuruyor.

Rabbimiz’in (c.c), “Onlara yerden bir dabbe çıkarırız” buyurduğu insan, Peygamberimiz’in (s.a.v) ahir zamanda geleceğini haber verdiği Muhammed Mehdi (a.s)’dır. Neml Suresi 82.ayetinde geçen , O söz başlarına gelince yerden bir Dabbe’nin ortaya çıkması; (ezelde takdir edilmiş olan o sözün ortaya çıkış vakti/zuhur vakti gelince) insanlar arasından Muhammed Mehdi (a.s)’ın zuhur etmesidir.

Dabbenin ortaya çıkması ile, yani; Muhammmed Mehdi (a.s) ın zuhur etmesi ile, tevbe kapısının kapanması ve gerçek inananla inanmayanın ortaya çıkması, Muhammed Mehdi (a.s)’ın Nebi olduğunun ispatıdır. Şüphesiz ancak bir elçi geldiğinde gerçek inanan ve inanmayan ortaya çıkar. Peygamberimiz’in (s.a.v), “kim Mehdi’yi inkar ederse kafir olur” buyurması da bunun ispatıdır.

Peygamberlerin ve Peygamberimiz’in (s.a.v) zuhuruyla, nasıl tevbe kapısı kapanmış, iman kapısı açılmışsa, gerçek inananla inanmayan ortaya çıkmışsa, Muhammed Mehdi (a.s)’ın nebi vasfıyla zuhuruyla da artık tevbe kapısı kapanmış olup, gerçek inananla inanmayan ortaya çıkacaktır. Şahit olarak ALLAH (c.c) yeter.

10

A’raf Suresi 35.ayetinde, Rabbimiz’in (c.c) ; “Ey Âdemoğulları! İçinizden size âyetlerimi anlatan bir peygamber gelir de, kim korunur ve kendini ıslah ederse, onlara hiçbir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.” buyurması; Peygamberimiz’den (s.a.v) sonra Muhammmed Mehdi (a.s)’ın, nebi vasfıyla zuhuruna işaret eden ayetlerdendir. Yine Rabbimiz’in (c.c) Al-i İmran Suresi 179. ayeti celilesinde; “Allah, mü’minleri içinde bulunduğunuz şu durumda bırakacak değildir. Nihayet, pis olanı temizden ayıracaktır. Allah, size gaybı da bildirecek değildir. Fakat Allah, peygamberlerinden dilediğini seçer ...” buyurması da Peygamberimiz’den (s.a.v) sonra, Muhammmed Mehdi (a.s)’ın, nebi vasfıyla zuhuruna işaret eden ayetlerdendir. Bu ve bunun gibi, Kur’an-ı Kerim’de geçen bir çok ayetle, Rabbimiz (c.c), Muhammed Mehdi (a.s)’ın nebi vasfıyla zuhuruna işaret etmiştir.

Mü’min Suresi 78.Ayetinde de, Rabbimiz (c.c); “Andolsun ki senden önce (de) peygamberler gönderdik; onlardan kimini sana anlattık, kimini de anlatmadık. Hiçbir peygamber, Allah’ın izni olmadıkça bir âyet getiremez. Allah’ın emri gelince de adalet yerine getirilir. Batıl taraftarları işte böylece hüsrana uğrarlar.” buyuruyor.

Peygamberimiz (s.a.v), bir çok hadisle, Mehdi (a.s)’ın gelişini müjdelemiş; “O, Allah(c.c)’ın halifesidir.”, “İlmi ona Allah(c.c) verecek.”, “Başının üstünde bir melek olacak.”, “Nübüvvet mührü olacak.”, “Onu/Mehdi (a.s)’ı Peygamberlerin suhufunda şöyle bulurum” gibi birçok hadisle nebi vasfına işaret etmesine rağmen imtihan sırrı gereğince açık olarak; Mehdi (a.s) nebi olacak gibi bir bilgi vermemiştir. Bununla beraber Peygamberimiz (s.a.v), “O (Mehdi ) kimsenin bilmediği gizli bir duruma kılavuzladığı için kendisine, Mehdi denmiştir.” buyurmuştur. Bütün peygamberler, kendilerinden sonra gelecek olan elçiyi müjdelemekle vazifelidir. Peygamberimiz’in (s.a.v), Muhammed Mehdi (a.s)’ın geleceğini müjdelemesi de, “kim Mehdi’ yi inkar ederse kafir olur” buyurması da nebi olduğu içindir.

Peygamberimiz’in (s.a.v) “O, Allah(c.c.)’ın halifesidir.”, “İlmi ona Allah(c.c) verecek.”, “Başının üstünde bir melek olacak.”, “Allah(c.c) onu bir gecede ıslah eder”, ”Mehdi masumdur", "Mehdi’yi peygamberlerin suhufunda şöyle bulurum”, “Nübüvvet mührü olacak”, ”O (Mehdi), İsa (a.s)’a imam olacak” gibi bir çok hadisle nebi vasfına işaret etmesi, ”Adı adıma uygun, babasının adı babamın adına uygundur.”, "Ben islamın başıyım, Mehdi de sonu olacak.” gibi hadislerle kendisi ile kıyas etmesi, “Ashabı, bedir ashabı kadardır.”, “Siz, onları geçemezsiniz, onlar da size erişemezler” buyurarak ashabını ashabı ile kıyas etmesi, Mehdi (a.s)’ın nebi olduğununun, açık ispatlarındandır.

Her peygamber gibi melek aracılığı ile ilmi, Allah’tan (c.c) alan, her peygamber gibi Allah’ın (c.c) ıslah/terbiye ettiği, her peygamber gibi masum olan, her peygamber gibi adı peygamberlerin suhufunda geçen, yine her peygamber gibi nübüvvet mührü olan ve İsa (a.s)’a da imam olacak olan Mehdi (a.s)’ın nebi olmadığını söylemek, bir insanı bütün vasıflarıyla/ özellikleriyle anlatıp sonra da; "Hayır, O bir insan değildir" demekten farksızdır. Peygamberimiz’in (s.a.v); peygamberlik vasıfları ile haber verdiği, "İsa a.s.’a imam olacak." buyurduğu, "Ben islamın başıyım, Mehdi de sonu olacak.” buyurarak kendisi ile kıyas ettiği ve "Kim Mehdi’yi inkar ederse, kafir olur”, "Karda sürünerek bile olsa biat edin” buyurduğu Mehdi (a.s) şüphesiz bir nebidir ve nebi olarak gelmiştir.

Şüphesiz bir peygamber olan İsa (a.s) da bir peygamber olarak, şüphesiz bir nebi olan Muhammed Mehdi (a.s) da bir nebi olarak; islam üzere Kur’an üzere Peygamberimiz’i (s.a.v) tasdik eden nebiler olarak gelmişlerdir. Rabbimiz’in (c.c), Muhammed Mehdi (a.s)’a bildirdiği bu delillerin tamamı; Muhammed Mehdi (a.s)’ın, Peygamberimiz’i (s.a.v) tasdik eden nebi olduğunun ispatıdır.

Şahit olarak ALLAH (c.c) yeter!

Allah'ın (c.c) Nebisi
Muhammed Mehdi (a.s)

11

Güneş battığı yerden doğmuştur.

Rahman ve Rahim Allah’ın (c.c) adıyla

Ey insanlar, Mülkün tek sahibi olan Rabbimiz (c.c), rahmetiyle, Peygamber Efendimiz’i (s.a.v) kitapla gönderilen peygamberlerin sonuncusu olarak vazifelendirdikten sonra, kıyamete yaklaştığımız bu zamanda da Muhammed Mehdi (a.s)’ı, Peygamber Efendimiz’i (s.a.v) tasdik eden, nebi olarak vazifelendirmiştir. Mehdi (a.s)’ın nebi vasfıyla zuhuru güneşin batıdan doğuşudur. Muhammed Mehdi (a.s)’ın, Rabbimiz’in (c.c) vahyiyle, tebliğ metninde ortaya koyduğu delillerden sonra, Güneşin olağan haraketinin aksine (tersten) batıdan doğacağını söyleyenlere Muhammed Mehdi (a.s)’ın cevabıdır.

Peygamberimiz (s.a.v) hadisi şeriflerinde; “Güneş battığı yerden doğacak” buyurmuştur. Muhammed Mehdi (a.s)’ın zuhuru, güneşin battığı yerden doğuşudur. Peygamberimiz’in (s.a.v) (Mekke - Medine’den) zuhuru; İslâm güneşinin doğudan doğuşu, Muhammed Mehdi (a.s)’ın da (İstanbul’dan) zuhuru; İslam güneşinin batıdan doğuşudur. Peygamberimiz’le (s.a.v) doğan islam güneşi (İslam’ın bayraktarlığı,hilafet) asırlar sonra Araplardan Türklere (Osmanlıya) geçmiş, asırlarca devam ettikten sonra, son İslam devleti olan Osmanlı’nın yıkılmasıyla (hilafetin kaldırılmasıyla), Türkiye’de (hilafetin merkezi olan İstanbul’da) batmıştır. Bugün Muhammed Mehdi (a.s)’ın Türkiye’den (İstanbul’dan) zuhuruyla, İslam’ın güneşi hem battığı yerden hem de batıdan doğmuştur. Yeryüzü, doğu ile batı arasında iki yarım küreden oluşur, dünyanın doğu tarafında kalan birinci yarım kürede batan güneş, dünyanın batı tarafında kalan ikinci yarım kürede doğar, birinci yarım kürede güneşin doğuşu, güneşin doğudan doğuşudur, birinci yarım kürede batarken, ikinci yarım kürede güneşin doğuşu, güneşin batıdan doğuşudur.

Rabbimiz (c.c) ayeti celilesinde “(O) iki doğunun da Rabbidir, iki batının da Rabbidir.” buyuruyor, birinci doğu ilk yarım kürede güneşin doğduğu yerdir, ikinci doğu ise güneşin birinci yarım kürede batarken ikinci yarım kürede doğduğu yerdir, bu da güneşin batıdan doğuşudur. Peygamberimiz (s.a.v), güneşin doğudan doğuşunu, Mehdi (a.s), güneşin batıdan doğuşunu temsil eder. Mehdi (a.s)’ın batıdan/İstanbul’dan zuhuruyla güneş ikinci doğudan yani battığı yerden doğmuştur.

Peygamberimiz (s.a.v) hadisi şeriflerinde “Güneş batıdan doğunca herkes iman eder ancak önceden inanmamış ya da imanın sevkiyle hayır kazanmamış kimseye imanı fayda vermez.” buyuruyor. “Güneş batıdan doğunca yani Mehdi (a.s) zuhur edince herkes iman eder” sözüyle Peygamberimiz (s.a.v) gerçek mü’min olan yani gönlünde iman nuru olan herkesin iman edeceğine işaret etmiştir, “önceden inanmamış ya da imanın sevkiyle hayır kazanmamış” sözüyle de ezelde inanmamış olan, yani gönlünde hakiki imanı olmayan bundan dolayı da imanında hayır kazanamayan kimselerin, dilleriyle mü’miniz deseler de gönülleriyle inanmadıkları için imanlarının kendilerine fayda vermeyeceğine işaret etmiştir.

Bununla beraber Peygamberimiz (s.a.v), “Güneş battığı yerden doğunca herkes iman eder ancak önceden inanmamış yada imanın sevkiyle hayır kazanmamış kimseye imanı fayda vermez ” buyurması Mehdi (a.s)’ın zuhurunun iman mevzuu olduğuna işarettir. Bu da Mehdi (a.s)’ın nebi olduğunun ıspatlarındandır. Yine Peygamberimiz’in (s.a.v) “karda sürünerek bile olsa biat edin”, “kim Mehdi’yi inkar ederse kafir olur” buyurması da Mehdi (a.s)’ın nebi olduğunun ıspatlarındandır.

Peygamberimiz (s.a.v), rasul peygamberlerin sonuncusudur, Mehdi (a.s) da nebilerin sonuncusudur. Peygamberimiz (s.a.v) hem yarılan ayın ilk yarısını hem de güneşin doğudan doğuşunu temsil eder. Mehdi (a.s) da hem yarılan ayın ikinci yarısını hem de güneşin batıdan doğuşunu temsil eder. Peygamberimiz (s.a.v), “Çıkış itibari ile kıyamet alametlerinin ilki güneşin battığı yerden doğması, kuşluk vakti Dabbe’nin çıkmasıdır, bunlardan hangisi önce çıkarsa diğeri de hemen onun peşindedir.” buyurmuştur. Kur’an-ı Kerim de adı geçen Dabbe, Muhammed Mehdi (a.s)’dır. Muhammed Mehdi (a.s)’ın zuhuru hem güneşin batıdan doğuşu hem de dabbe nin çıkmasıdır. Peygamberimiz’in (s.a.v) “güneş batıdan doğunca Dabbe de çıkar, hangisi önce olursa diğeri onu takip eder” buyurması dabbe nin çıkışıyla, güneşin batıdan doğuşunu birbirine bağlaması, Mehdi (a.s)’ın zuhuru yani güneşin batıdan doğmasıyla Dabbe’nin çıkmış olacağına işarettir. Mehdi (a.s)’ın zuhuru yani güneşin batıdan doğmasıyla Dabbet’ül arz da ortaya çıkmış, hadise gerçekleşmiştir. Rabbimiz’in (c.c) ayeti celilesinde Dabbe adıyla haber verdiği Peygamberimiz’in (s.a.v) bazı hadis-i şeriflerinde Dabbe, bazı hadis-i şeriflerinde Mehdi adıyla haber verdiği Muhammed Mehdi (a.s) nebi vasfıyla zuhur etmiş, güneş batıdan doğmuştur.

12

Rabbimiz’in (c.c), “..onlar, O’nun ilminden ancak dilediği kadarından başka bir şey kavrayamazlar..” ayetine rağmen ve tebliğ metninde ortaya koyduğumuz delillere rağmen Peygamberimiz’in (s.a.v) hadisi şeriflerinde “Güneş, battığı yerden doğmadıkça kıyamet kopmaz. Batıdan doğunca, insanlar görür ve hepsi de iman eder. Ancak, daha önce inanmamış veya imanın sevkiyle hayır kazanmamış olan hiç kimseye bu iman fayda sağlamaz.” buyurduğunu, buna göre güneşin zahiren batıdan (tersten) doğacağını, batıdan doğunca da yeryüzündeki bütün insanların iman edeceğini söylüyorsunuz.

Peygamberimiz (s.a.v) hadis-i şeriflerinde “Çıkış itibari ile kıyamet alametlerinin ilki güneşin battığı yerden doğması, kuşluk vakti Dabbe’nin çıkmasıdır, bunlardan hangisi önce çıkarsa diğeri de hemen onun peşindedir” buyuruyor. Yine Peygamberimiz (s.a.v) hadis-i şeriflerinde “Dabbetü’l arz Musa’nın asası ve Süleyman’ın mührü beraberinde olarak çıkacaktır, mühür ile mü’minin yüzünü parlatacak, asa ile kafirin burnunu kıracak, insanlar sofraya toplanacak, mü’min kafir tanınacak.” buyuruyor.

Güneş zahiren batıdan (tersten) doğacaksa, doğduğunda yeryüzündeki herkes iman edecekse, Dabbetü’l arz güneşin batıdan doğuşuyla beraber aynı vakitte çıkacağına göre herkes iman edecekse mü’min kafir nasıl tanınacak? Peygamberimiz’in (s.a.v) Dabbetü’l arz çıktığında mü’min, kafir tanınacak buyurması güneşin batıdan doğmasından sonra herkesin iman etmeyeceğinin, aksine, mü’min, kafir olarak insanların ayrılacağının ıspatıdır. Yine aynı hadisi şerifte Dabbetü’l arz’ın Musa’nın asası ve Süleyman’ın mührü beraberinde olarak çıkacağını, mühür ile mü’minin yüzünü parlatacağını, asa ile kafirin burnunu kıracağını haber veriyor. Yine bu açıklama da herkesin iman etmeyeceğinin, aksine, mü’minin, kafirin ayrılacağının ıspatıdır. Yine bu hadis-i şerif kim Mehdi’yi inkar ederse kafir olur hadisinin de sağlaması hükmündedir. Güneşin batıdan doğuşu, Dabbetü’l arzın çıkışı/Muhammed Mehdi (a.s)’ın zuhuruyla gönlünde iman nuru olan herkes iman eder, Peygamberimiz’in (s.a.v) “kim Mehdi’yi inkar ederse kafir olur” hadisinin de sırrıyla, mü’min, kafir ortaya çıkar. Şüphesiz mü’min ve kafir yalnızca elçiler geldiğinde ayrılmışlardır, Dabbe’nin çıkışıyla mü’minin ve kafirin tanınacak olması Dabbe’nin yani Muhammed Mehdi (a.s)’ın Allah’ın (c.c) elçisi olduğunun ıspatıdır.

Rabbimiz’in (c.c), “(Kıyametin kopmasına dair) o söz başlarına gelince, onlara yerden (topraktan yaratılmış insanlar arasından) bir Dâbbe (hareket eden/çabalayan) bir elçi) çıkarırız ki o, insanların âyetlerimize kesin olarak inanmadıklarını kendilerine söyleyecektir. (Artık tevbe kapısı kapanmış olup gerçek inananla inanmayan ortaya çıkacaktır.).” ayeti de bunun apaçık ıspatıdır. Bugün Rabbimiz’in (c.c) ezelde takdir etmiş olduğu vakit gelmiş, Dabbe yani Muhammed Mehdi (a.s) zuhur etmiştir ve tövbe kapısı kapanmıştır, gerçek inananla, inanmayan ortaya çıkacaktır. Her peygamber geldiğinde nasıl tevbe kapısı kapanmış, iman kapısı açılmışsa bugün Dabbe’nin (Muhammed Mehdi (a.s)’ın) nebi vasfıyla zuhuruyla iman kapısı açılmış, tevbe kapısı kapanmıştır ve inanmayanlar için kıyamete kadar da açılmayacaktır.

Rabbimiz (c.c), dünyayı zahiriyle güneşle aydınlattığı gibi manen de gönderdiği elçileriyle aydınlatmıştır. Bu yönüyle bütün elçiler insanlığı aydınlatan güneş gibidirler. Kitapla gönderilen peygamberlerin sonuncusu olan Peygamberimiz (s.a.v), Mekke, Medine’den zuhuruyla bütün insanlığın üzerine doğu tarafından doğan bir güneş gibidir. Son rasul peygamber olan Peygamberimiz’i (s.a.v) tasdik eden son nebi Muhammed Mehdi (a.s) da İstanbul’dan zuhuruyla insanlığın üzerine batı tarafından doğan güneş gibidir. Bu sırra binaen, Peygamberimiz (s.a.v) Mehdi (a.s)’ın nebi vasfıyla batıdan zuhurunu, güneşin batıdan doğuşu olarak görmüş ve güneş battığı yerden doğacak buyurmuştur. Bugün Mehdi (a.s)’ın nebi vasfıyla batıdan/İstanbul’dan zuhuruyla güneş battığı yerden doğmuştur.

Peygamberimiz (s.a.v), “Mehdi (a.s.)’ın başında bir sarık bulunacak, bu sarığın içinden bir adam çıkıp Mehdi’yi göstererek şöyle haykıracak: ‘İşte Allah’ın halifesi Mehdi! Ona uyunuz!’” buyuruyor. Mehdi (a.s)’ın sarığının içinden çıkan adam Dabbe ‘dir. Sarık başa, baş da akla ve ilme işaret ettiği üzere sarığın içinden yani Mehdi (a.s)’ın başından yani ilminden Mehdi (a.s)’ın Dabbe olduğu ortaya çıkmıştır. Hadis-i şerifte haber verildiği üzere, Dabbetü’l arz, Mehdi (a.s)’ın ilmiyle ortaya çıktığı için, Mehdi (a.s)’ın sarığının içinden/başının altından çıkmıştır.

Peygamberimiz (s.a.v), “Mehdi a.s.’ın sarığının içinden bir adam çıkıp Mehdi’yi göstererek şöyle haykıracak: ‘İşte Allah’ın halifesi Mehdi! Ona uyunuz!’ diyecek.” buyurmakla müteşabih bir ifade ile Dabbe’nin, Mehdi (a.s)’ın ilmiyle ortaya çıkacağına işaret etmiş Dabbe’nin, Mehdi (a.s) olduğunun ortaya çıkmasıyla, Kur’an-ı Kerimde adı geçen ve insanların ALLAH’ın (c.c) ayetlerine kesin olarak inanmadıklarını kendilerine söyleyecek olan ve bununla gerçek inananla inanmayanın ortaya çıkmasına vesile olacak olan bir elçi olmasından dolayı, Dabbe’nin/Mehdi a.s.’ın uyulması gereken bir elçi olduğuna işaret etmiştir. Bununla Peygamberimiz’in (s.a.v) "Mehdi (a.s)’ın sarığının içinden/başından bir adam çıkacak" sözü gerçekleşmiş ve Mehdi (a.s)’ın Kur’an-ı Kerim’de Dabbe adıyla geçen ve uyulması gereken bir elçi olduğu ortaya çıkmıştır.

Kitapla gönderilen peygamberlerin sonuncusu olan Peygamberimiz (s.a.v) Mekke, Medine’den zuhuruyla bütün insanlığın üzerine doğu tarafından doğan bir güneş gibidir. Son rasul peygamber olan Peygamberimiz’i (s.a.v) tasdik eden son nebi Muhammed Mehdi (a.s) da İstanbul’dan zuhuruyla insanlığın üzerine batı tarafından doğan güneş gibidir. Bu sırra binaen, Peygamberimiz (s.a.v), Mehdi (a.s)’ın nebi vasfıyla batıdan zuhurunu, güneşin batıdan doğuşu olarak görmüş ve güneş batıdan doğacak buyurmuştur. Bugün Mehdi (a.s)’ın nebi vasfıyla batıdan/İstanbul’dan zuhuruyla güneş hem battığı yerden hem de batıdan doğmuştur.

Rabbimiz’in (c.c) vahyiyle ortaya konulan bu delillerin tamamı, hem güneşin battığı yerden doğduğunun hem Kur’an-ı Kerim’de Dabbe adıyla geçen şahsın Muhammed Mehdi (a.s) olduğunun hem de Muhammed Mehdi (a.s)’ın ALLAH’ın Nebisi olduğunun ıspatıdır. Şahit olarak ALLAH (c.c) yeter.

Allah'ın (c.c) Nebisi
Muhammed Mehdi (a.s)

13

İlk kıblemiz Kabe’den sonra
ikinci kıblemiz Mescid-i Aksa.

Rahman ve Rahim Allah’ın (c.c) adıyla

Rabbimiz (c.c), Adem (a.s)’dan günümüze yeryüzünde, inananlar için iki kıble varetmiştir. Bu iki kıblenin asılları Levh-i Mahfuz’da, misalleri ise yeryüzündedir. Şüphesiz, bu iki kıblenin ilki Beytullah (Kabe), ikincisi ise Beyt-i Makdis’dir (Mescid-i Aksa’ dır). İkisi de Mescid-i Haramdır / Allah’ın haremidir (hürmet edilmesi gereken yerlerdir.). Peygamberimiz (s.a.v) zuhurundan itibaren yıllarca Mescid-i Aksa’ya dönün şeklinde bir ayet olmadığı halde Rabbimizin (c.c) vahyiyle ilk kıblesi olan Mescid-i Aksa’ya yönelerek ibadetlerini yaptıktan sonra Rabbimiz’in (c.c), ayeti celilesinde, “Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Şimdi seni elbette hoşlanacağın bir kıbleye çeviriyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Nerede olursanız olun yüzlerinizi o yöne çevirin...” buyurmasından sonra Peygamberimiz (s.a.v) Mescid-i Aksa’dan, Kabe’ye dönmüş ve ibadetlerini ikinci kıblesi olan Kabe’ye yönelerek yapmaya başlamıştır. Bununla beraber, Peygamberimiz (s.a.v) nasıl kendisine inen ayetlere ve vahye göre hareket eden bir rasul peygamber ise Mehdi (a.s) da Kur’an ayetlerine ve Rabbimiz’in vahyine göre hareket eden bir nebidir. Peygamberimiz (s.a.v), Mescid-i Aksa’ya dönün şeklinde bir ayet olmadığı halde; Rabbimiz’in (c.c) vahyiyle yıllarca Mescid-i Aksa ya dönerek ibadetini yapmış, hicretten bir süre sonra Rabbimiz’in (c.c) ayeti ile Kabe’ye dönmüştür. Bunun gibi Mehdi (a.s) da, yıllarca Rabbimiz in (c.c) ayetlerine binaen Kabe’ye dönerek ibadetlerini yaptıktan sonra, Rabbimiz’in (c.c) vahyiyle Mescid-i Aksa’ya dönmüştür.

Rabbimiz (c.c), Rasulullah (s.a.v)’e nasip ettiği iki kıbleye yönelme nimetini Muhammed Mehdi (a.s)’a da nasip etmiştir. Bununla beraber “Peygambere uyanları, topukları üzerinde geriye dönenlerden ayıralım diye yaptık.” ayetinin sırrıyla nasıl o gün Rasulullah’ı (s.a.v) ve O’na uyanları imtihan etmişse bugün de aynıyla Muhammed Mehdi (a.s) ve O’na uyanları aynıyla imtihan etmeyi dilemiştir. Rabbimiz (c.c) ayeti celilesinde her peygamber için bir şeriat ve minhac koyduk buyuruyor. Her gelen Rasul yeni bir şeriatla geldiği gibi her nebi de kendisinden önce gelen Rasulun şeriati ile ve minhacla hareket etmiştir. Mehdi (a.s) da Rasulullah’ın (s.a.v) getirdiği şeriatle ve minhacla hareket eden bir nebidir. Şeriat yeni gelen dinin tamamıdır. Minhac ise o şeriatin yolu, yöntemi, uygulamasıdır. Rasulullah (s.a.v) nasıl Rabbimiz’in (c.c) ayetlerine göre ve vahiyle Rabbimiz’in (c.c) emrettiği şekilde yaşamışsa Muhammed Mehdi (a.s) da Rabbimiz’in (c.c) Kur’an-ı Kerim’de indirdiği ayetleri ile ve vahiyle yaşayan bir nebidir. Bundan dolayı da hem kendisinden önce indirilmiş olan Kur-an’ı Kerimin ayetlerine yani şeriate göre hareket ederken hem de Rabbimiz’in (c.c) vahyiyle Rabbimiz’in (c.c) emri üzere aynı şeriat içerisinde yaşanan sünnete göre hareket etmiştir.

Peygamberimiz (s.a.v) Mescid-i Aksa’ya dönün şeklinde bir ayet olmadığı halde Rabbimiz’in (c.c) vahyiyle nasıl yıllarca Mescid-i Aksa’ya dönerek ibadetini yapmış, sonra Rabbimiz’in (c.c) ayeti ile Kabe’ye dönmüşse, Mehdi (a.s) da yıllarca Rabbimiz’in (c.c) ayetine binaen Kabe’ye dönerek ibadetini yaptıktan sonra Rabbimiz’in (c.c) vahyiyle Mescid-i Aksa’ya dönmüştür.

Kısaca Rabbimiz (c.c), aynı şeriat üzere rasulune yaşattığı iki kıbleye yönelme nimetini, imtihanını ve sünnetini Rasulullah’ı tasdik eden nebi olan Muhammed Mehdi’ye de aynıyla yaşatmıştır. Rasulullah (s.a.v)’i, Mescid-i Aksa’dan Kabe’ye çevirip o toplumu imtihan eden Rabbimiz (c.c), Muhammed Mehdi (a.s)’ı da, vahyiyle Kabe’den, Mescid-i Aksa’ya çevirip bu toplumu imtihan etmeyi dilemiştir.

Rabbimiz (c.c), bir başka ayeti celilesinde de “... yöneldiğin kıbleyi ancak peygambere uyanları topukları üzerinde geriye dönenlerden ayıralım diye kıble yaptık...” buyurarak; aynı zamanda Mescid-i Aksa’dan Kâbe’ye çevirmekle o toplumu imtihan edip, inananları inkar edenlerden ayıracağını haber vermiştir. Bununla beraber, Rabbimiz (c.c), ayeti celilesinde “Herkesin yöneldiği bir yön (kıble) vardır. öyle ise hayır işlerinde yarış edin...” buyurarak her elçinin yöneldiği bir kıblesi olduğunu haber vermiştir. Rabbimiz (c.c) ayeti celilesinde “Doğu da , batı da Allah’ındır, hangi tarafa yönelirseniz Allah ın yüzü oradadır...” buyuruyor. Rabbimiz (c.c) iki kıbleden hangisini kıble tayin ederse Rabbimiz’in (c.c) yüzü oradadır, Rabbimiz’in (c.c) tayin ettiği kıbleye yönelen, yüzünü Rabbimize (c.c) dönmüş olur. Kıble Kâbe olduğunda Allah’ın yüzü orada, Kıble Mescid-i Aksâ olduğunda Allah’ın yüzü oradadır.

Rabbimiz (c.c) ayeti celilesinde, “İyi ve erdemli olmak yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Fakat iyi ve erdemli kişi; Allah’a, âhiret gününe, meleklere, Kitab’a (Ku’ran’a) ve peygamberlere inanıp, malı, sevgisine rağmen akrabaya, yetimlere, yoksullara ve yolda/sokakta kalmışlara, dilenenlere ve boyunduruk altında bulunanlara veren, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, ahitleştiği zaman sözlerini yerine getiren, sıkıntıda, hastalıkta ve savaşın şiddetlendiği anda sabredendir. İşte doğru olanlar onlardır. Ve takvâya erenler de onlardır.” buyurarak, gerçek kıble ehlinin/hakiki iman sahiplerinin vasıflarını haber vermiştir.

Kabe, Allah’ın (c.c) evi (Haremi) olmakla beraber aynı zamanda Peygamberimiz’in (s.a.v), Rabbimiz (c.c) katındaki makamı olan Makam-ı Mahmud’un hizasında olup Makam-ı Mahmud’un da yerini temsil ettiği için Peygamberimiz’in (s.a.v) hoşlandığı yönelmeyi arzu ettiği bir haremdir. Rabbimiz (c.c), ezel sırrıyla hak ile Peygamberimiz’i (s.a.v) ilk kıblesi olan Mescid-i Aksa’dan arzu ettiği kıbleye, makamının bulunduğu Kâbe’ye döndürmüştür. Bunun gibi Beyt-i Makdis (Mukaddes Ev) de, Allah’ın (c.c) evi (Haremi) olmakla beraber Muhammed Mehdi’nin Rabbimiz (c.c) katındaki makamının hizasında olup Muhammed Mehdi’nin makamının da yerini temsil eden bir haremdir.

Rabbimiz (c.c), ezel sırrıyla hak ile Muhammed Mehdi’yi de ilk kıblesi olan Kabe’den, makamının da bulunduğu Mescid-i Aksa’ya çevirmiştir. Mehdi (a.s)’ın merkezinin Kudüs olması ve İsa (a.s)’a Beyt-i Makdis’de (Mescidi Aksa’da) imam olacak olması da bundan dolayıdır.

14

Rabbimiz (c.c), ezeli sırra binaen; Hz.Adem (a.s)’ dan günümüze hem hak ile hem de “... yöneldiğin kıbleyi ancak peygambere uyanları topukları üzerinde geriye dönenlerden ayıralım diye kıble yaptık...” ayetinin sırrıyla bazen Kabe’yi, bazen Mescid-i Aksa’yı elçilerine kıble yapmış insanları bir kıbleden diğer kıbleye çevirmekle imtihan etmiştir. Rabbimiz (c.c), Peygamberimiz’e (s.a.v) hem iki kıbleye yönelme nimetini bahsetmiş, hem de “... yöneldiğin kıbleyi ancak peygambere uyanları topukları üzerinde geriye dönenlerden ayıralım diye kıble yaptık...” buyurarak bununla inananlarla inkar edenleri ayırt ettiğini ve insanlığı imtihan ettiğini haber vermiştir.

Bugün de Rabbimiz (c.c), bizlere hem iki kıbleye yönelme nimetini bahşedip hem de ayeti celilesinde “... yöneldiğin kıbleyi ancak peygambere uyanları topukları üzerinde geriye dönenlerden ayıralım diye kıble yaptık...” buyurduğu üzere Peygamberimiz’i (s.a.v) Mescid-i Aksa’dan Kabe’ye döndürüp O’na (s.a.v) uyanları geriye dönenlerden ayırt ettiği gibi Muhammed Mehdi’yi de Kabe’den Mescid-i Aksa’ya döndürüp O’na uyanları geriye dönenlerden ayırt etmeyi dilemiştir. “Doğu da , batı da Allah’ındır, hangi tarafa yönelirseniz Allah ın yüzü oradadır...” ayetinin sırrıyla bugün de Rabbimiz’in (c.c) tayin ettiği kıbleye/Mescid-i Aksa’ya yönelen, yüzünü Rabbimiz’e (c.c) dönmüş olur. Peygamberimiz (s.a.v) hadisi şeriflerinde, “Beyt-i Makdis’in imarı, Medine’nin harabıdır” buyurmuştur.

Beyt-i Makdis’in imarı, Mescid-i Aksa’nın (Beyt-i Makdis’in) kıble olmasıdır. Nasıl Kabe’nin imarı Kabe’nin kıble olması ise Mescid-i Aksa’nın imarı da Mescid-i Aksa’nın kıble olmasıdır. Medine’nin harabı ise kıblenin Kabe’den Mescid-i Aksa’ya geçmesinden dolayıdır. Beyt-i Makdis’in kıble olması ile başlayan manevi imarı, vakit geldiğinde zahiri ile de tamamlanacaktır. Peygamberimiz (s.a.v) yine hadisi şeriflerinde “Kabe’yi kıyamate yakın zamanlarda Habeşlilerden bir takım bacaksızlar yıkacaklardır. (Ebu Hüreyre (r.a))”, bir başka hadisi şerifinde ise “Bir Habeşli Kabe’yi tahrip edecektir. Onu şu anda siyah elleri ile Kabe’nin taşlarını bir bir söker halde görüyorum.” (Buhari, Müslim). Buyurarak, kıyamete yakın bir zamanda Kabe’nin yıkılacağını haber vermiştir. Bu hadisi şerifler de, Kabe’den sonra Mescid-i Aksa’nın (Beyt-i Makdis’in) tekrar kıble olacağına işaret eden delillerdir.

Ebû Zer el-Gıfârî (r.a) den rivayet edilen bir hadîs-i şerifte şöyle buyurulmuştur: Ebû Zer (r.a) diyor ki, bir kere ben: “Ya Rasulullah! yeryüzünde ibadet için ilk önce hangi mescid bina edildi?” diye sordum. Resulullah (s.a.v): “ Mescid-i Haram’dır” buyurdu. “Sonra hangisi?” dedim. “Mescid-i Aksa” buyurdu. “Bu iki mescid arasında ne kadar zaman var?” dedim. Resulullah (s.a.v): “Kırk sene” buyurdu.” (Müslim, Mesacid, 1, 2).

Peygamberimiz (s.a.v), hadisi şeriflerinde, Kabe’nin de, Beyt-i Makdis’in de Rabbimiz’in (c.c) emri üzere Adem (a.s) döneminde yapıldığını ve Beyt-i Makdis’in , Kabe’den kırk yıl sonra yapıldığını haber vermiştir Yine Rabbimiz’in emri üzere Adem (a.s) önce Kabe’yi inşa edip Kabe’ye yönelerek ibadetini yapmış, sonra yine Rabbimiz’in (c.c) emri üzere Mescid-i Aksa’yı inşa edip Mescid-i Aksaya yönelerek ibadetini yapmıştır. İlk inşa edilen kıble/Kabe, inananların ilk kıblesi olduğu gibi, ikinci inşa edilen kıble/Beyt-i Makdis de inananların son kıblesi olacaktır.

Allah'ın (c.c) Nebisi
Muhammed Mehdi (a.s)

15

Rabbimiz’in (c.c), Kur’an-ı Kerim’de
Kehf sûresinde, Zülkarneyn adıyla
haber verdiği nebi,
Muhammed Mehdi (a.s)’dır.

Rahman ve Rahim Allah’ın (c.c) adıyla

Rabbimiz’in (c.c), Kehf Sûresinde, Zülkarneyn adıyla haber verdiği nebi, Muhammed Mehdi (a.s)’dır. Rabbimiz’in (c.c), Kur’an-ı Kerim’de Kehf sûresinde, Zülkarneyn adıyla haber verdiği nebi, Muhammed Mehdi (a.s)’dır. Rabbimiz (c.c), Muhammed Mehdi (a.s)’ı, Kur’an-ı Kerim’de Muhammed adıyla tamamen gizli, Dabbe ayetiyle kısmen açık, Zülkarneyn adıyla ise hem gizli, hem açık bir şekilde haber vermiştir. Zülkarneyn’in kelime manâsı, iki zaman sahibi ve çift boynuz sahibi şeklinde açıklanmıştır. Bilindiği üzere; zamanın sebebi güneştir. Zaman, güneşin hareketleriyle oluşur. Bununla beraber zamanın ikinci alameti ise aydır. Miladi takvim, güneşin hareketlerine göre, hicri takvim ise ayın hareketlerine göre belirlenir. Güneş, gündüzle beraber oluşuyla zahiri zamanı; ay, gece ile beraber çıkışıyla batîni zamanı temsil eder.

Zülkarneyn, hem güneşin ikinci yarım kürede doğuşunu ve batışını, hem de ayın ikinci yarısını temsil eden bir nebi olduğu için, kendisine Zülkarneyn (iki zaman sahibi) denmiştir. İki zaman sahibi denmesi, zahiri zamanı temsil ettiği gibi, bâtıni zamanı da temsil etmesinden dolayıdır. Mehdi (a.s)’a, zamanın sahibi denmesi de bundan dolayıdır. Çift boynuz sahibi ise zahiri ve batıni ilmin sahibi olduğuna işarettir. Boynuz, başın kuvvetini temsil eder, başın kuvveti ise ilmindedir. Sağ boynuz zahiri ilmi, sol boynuz batıni ilmi temsil eder. Bu da Zülkarneyn’in zahiri ve batıni ilmin sahibi olduğuna işarettir.

Muhammed Mehdi (a.s)’ın, ayette, Zülkarneyn adıyla anılması, hem vasfından (güneşin doğduğu ve battığı yere giden / güneşin doğuşunu ve batışını temsil eden bir nebi olmasından), hem de ehl-i kitabın, Mehdi (a.s)’ı, Zülkarneyn olarak bilmesinden dolayıdır. Rasulullah (s.a.v)’in, isim vermeyip, “Onu, peygamberlerin suhufunda şöyle bulurum” buyurması da bunun ıspatlarındandır.

Ehl-i kitap, kendilerinden önce gelmiş kitaplarda, Mehdi (a.s)’ı Zülkarneyn olarak okuyup öğrendikleri için Rasulullah (s.a.v)’e de Zülkarneyn adıyla sormuşlardır. Rabbimiz’in (c.c), ayeti celilesinde “sana Zülkarneyn’i soruyorlar” buyurması, Mehdi (a.s)’ı, Zülkarneyn (zamanın sahibi) adıyla anması; hem vasfından, hem de ehl-i kitabın Zülkarneyn adıyla sormasından dolayıdır. Bununla beraber, Rabbimiz (c.c), Mehdi (a.s)’ı, Zülkarneyn adıyla hem haber verip, hem de gizli bırakmayı dilemiştir. Rabbimiz (c.c), nasıl ki Rasulullah (s.a.v)’i Tevrat’ta Münhamenna, İncil’de Faraklit adıyla hem haber vermiş, hem de gizlemişse; Rabb’imiz (c.c), Muhammed Mehdi (a.s)’ı da, hem önceki kitaplarda, hem Kur’an-ı Kerim’de Zülkarneyn adıyla hem haber vermiş, hem de gizlemiştir. Her elçi, kendisinden sonra gelecek olan elçiyi müjdelemekle vazifelidir. Nasıl her gelen elçiye, kendisinden sonra gelecek elçi sorulmuşsa; Zekeriya (a.s)’a, İsa (a.s)’ın gelişi, İsa (a.s)’a Rasulullah (s.a.v)’in gelişi sorulmuşsa, bunun gibi Rasulullah (s.a.v)’e de, ehli kitabın Zülkarneyn olarak bildiği Muhammed Mehdi (a.s) sorulmuştur.

Rasulullah (s.a.v), ehli kitaba, Kehf sûresinde bildirildiği üzere Zülkarneyn adıyla, ashabına ise Mehdi adıyla, Muhammed Mehdi (a.s)’ın gelişini haber vermiştir. Rabbimiz (c.c), Muhammed Mehdi (a.s)’ı, Kur’an-ı Kerim’de, Muhammed adıyla tamamen gizli, Dabbe ayetiyle kısmen açık, Zülkarneyn adıyla ise hem gizli, hem açık bir şekilde haber vermiştir.

İncil’de Faraklit adıyla haber verildiği halde; İsa (a.s), Rasulullah’ı (s.a.v), Ahmed adıyla müjdelediği gibi, Kur’an-ı Kerim’de Muhammed, Zülkarneyn adıyla geçtiği halde; Rasulullah (s.a.v) de, hadis-i şeriflerinde Muhammed Mehdi (a.s)’ı, Mehdi adıyla müjdelemiştir. Muhammed adı, hem Rasulullah (s.a.v)’in, hem Mehdi (a.s)’ın adıdır. Rabbimiz (c.c.), Kur’an-ı Kerim’de Muhammed adıyla, zahirde Rasulullah’a (s.a.v), batında Muhammed Mehdi (a.s)’a hitap etmiş, rasul olan Muhammed’in (Muhammed Mustafa’nın) ardında nebi olan Muhammed’i (Muhammed Mehdi’yi) gizlemiştir.

Rabbimiz (c.c), Mehdi (a.s)’ı Kehf Sûresinde Zülkarneyn adıyla, Neml Sûresinde ise Dabbe kelimesiyle hem haber vermiş, hem de gizlemiştir. Rasulullah (s.a.v); hadis-i şeriflerinde “Dabbenin üç çıkışı vardır” buyurmuştur. Dabbe’nin birinci çıkışı; Mehdi (a.s)’ın, Muhammed Mehdi adıyla ortaya çıkıp, tebliğe başladığı zamandır, ikinci çıkışı; Dabbe adıyla ortaya çıktığı (Dabbe adıyla haber verilen şahsın Mehdi (a.s) olduğunu haber verip tebliğ metnini yayınladığı) zamandır, üçüncü çıkışı ise; Zülkarneyn adıyla tamamen ortaya çıktığı zamandır. Rasulullah (s.a.v) bir başka hadisi şerifinde “Mehdi’nin üç gaybeti vardır” buyurmuştur. Rasululah’ın (s.a.v) “Mehdinin üç gaybeti vardır” buyurduğu bu hadisi şerif de, “Dabbenin üç çıkışı vardır.” hadisinin karşılığıdır ve birebir sağlaması hükmündedir. Rasulullah (s.a.v), “Mehdi’nin sarığının içinden bir adam çıkacak” buyurmuştur. Rasulullah’ın (s.a.v), Mehdi (a.s)’ın sarığının içinden çıkacağını haber verdiği şahıs, Neml sûresinde Dabbe kelimesi ile, Kehf sûresinde Zülkarneyn adıyla haber verilen aynı şahıstır. Rabbimiz (c.c), Mehdi (a.s)’ı, Neml sûresinde Dabbe kelimesi ile, Kehf sûresinde ise Zülkarneyn adıyla haber vermiştir. “Mehdi a.s’ın sarığının içinden bir adam çıkacak.” sözü Zülkarneyn’in, Muhammed Mehdi (a.s)’ın ilmi ile ortaya çıkacağına işaret etmek içindir ve bugün Rasulullah (s.a.v)’in haber verdiği gibi, Muhammed Mehdi (a.s)’ın sarığının içinden/ilminden, Zülkarneyn ortaya çıkmıştır.

Zülkarneyn kıssasında Rabbimiz’in (c.c); “O batıya doğru bir yol takip etti, güneşin battığı yere varınca onu karabalçıklı bir su gözesinde batıyor buldu.” buyurduğu yer, Atlas Okyanusudur, “onun yanında da bir kavim buldu.” buyurduğu kavim de amerikalılardır, “sonra doğuya doğru bir yol takip etti, güneşin doğduğu yere varınca onu kendilerine sıcağa karşı bir siper nasip etmediğimiz bir kavim üzerine doğuyor buldu.” buyurduğu kavimler Afrikalılar’dır. Rabbimiz’in (c.c), ayeti celilesinde haber verdiği doğu ve batı “O, iki doğunun da Rabbidir.” ayetinin sırrı üzere ikinci yarım kürede güneşin doğduğu ve battığı yerdir, bununla beraber Rabbimiz (c.c), Zülkarneyn’in ikinci yarım kürede güneşin doğduğu ve battığı yere gittiğini haber vermiştir. Zülkarneyn’in bu yolculuğu, zahiri bir yolculuk değil, manevi bir yolculuktur. Bu da Zülkarneyn’in, ikinci yarım kürede güneşin doğuşunu ve batışını temsil eden bir elçi olmasından dolayıdır.

16

Rasulullah (s.a.v), birinci yarım kürede güneşin doğuşunu ve batışını; Zülkarneyn ise, ikinci yarım kürede güneşin doğuşunu ve batışını temsil eder. Tebliğ metninde, Muhammed Mehdi (a.s)’ın zuhuru, güneşin battığı yerden doğuşudur, diye ortaya koyduğumuz deliller bu ayetin birebir sağlaması hükmündedir. Rasulullah (s.a.v), hem ayın ilk yarısını, hem de güneşin birinci yarım kürede doğuşunu ve batışını temsil eder. Muhammed Mehdi (a.s), hem ayın ikinci yarısını, hem de güneşin ikinci yarım kürede doğuşunu ve batışını temsil eder. Bu da; son rasul peygamber olan Hz. Muhammed’in (s.a.v), peygamberler arasındaki konumunu ve son nebi olan Muhammed Mehdi (a.s)’ın, peygamberler arasındaki konumunu temsil eden ezeli sırrın bir ifadesidir. Bununla beraber, Rasulullah (s.a.v) başta kavmi olmak üzere, bütün insanlığa gönderilmiş son rasul peygamber, Muhammed Mehdi (a.s.) da başta kavmi olmak üzere, bütün insanlığa gönderilmiş son nebidir.

,

Rasulullah’ın (s.a.v), Muhammed Mehdi (a.s) için; “insanlar içinde bana en çok benzeyen” buyurması, “Ben islamın başıyım, Mehdi de sonu olacak.”, “Adı adıma uygun, babasının adı babamın adına uygun.”, buyurarak Mehdi (a.s)’ı kendisi ile kıyas etmesi ve “Ashabı, bedir ashabı kadardır.”, “Siz onları geçemezsiniz, onlar da size erişemezler.” gibi bir çok hadisi ile de, ashabını ashabıyla kıyas etmesi bundan dolayıdır. Rabbimiz’in (c.c), ayeti celilenin devamında, “sonra bir yol takibe başladı, iki dağın arasına vardığı zaman onların önünde bir topluluk buldu ve onlar, ey Zülkarneyn, ye’cüc ve me’cüc bu yerde fesat çıkarmaktadır, onlarla aramıza bir set yapman için sana vergi verelim mi dediler.” diye haber verdiği kavim, Zülkarneyn’in (Muhammed Mehdi (a.s)’ın) kendi kavmi olan Türklerdir.

Nasıl gelen her elçi ve son olarak Rasulullah (s.a.v) de, kendi kavmi başta olmak üzere, inananlarla, inkar edenler arasına nasıl manevi bir set yapmışsa; Zülkarneyn de, kendi kavmi başta olmak üzere, kendisine inanan ve tabi olanlarla, inkar eden ve fitne fesat çıkaran ye’cüc ve me’cüc topluluklarına karşı manevi bir set yapacaktır. Bilindiği üzere, ye’cüc ve me’cüc kıyamet alametlerinden biridir. Rasulullah (s.a.v), hadis-i şeriflerinde, ye’cüc ve me’cüc ün türlü tahribatlarından sonra İsa (a.s)’ın dua edeceğini ve Rabbimiz’in (c.c) lütfuyla, ye’cüc ve me’cüc ün hayvanların boyunlarından çıkan bir kurt vesilesiyle helak edileceklerini haber vermiştir. İsa (a.s)’ın duasıyla helak olacak olan ye’cüc ve me’cüc taifelerinin tamamı değil, bir kısmıdır. Bilindiği üzere kıyamet, ye’cüc ve me’cüc taifelerinin üzerine kopacaktır. Bu da ye’cüc ve me’cüc taifelerinin tamamının değil, bir kısmının helak olacağının ıspatıdır.
Zülkarneyn’in seddi ise, ye’cüc ve me’cüc taifelerinin geriye kalan kısmı ile kavminden inanıp kendisine tabi olanlar arasına yapılacaktır. Ye’cüc ve me’cüc ün çıkış zamanı, Zülkarneyn’in de çıkış zamanıdır.

Rasulullah’ın (s.a.v), “ye’cüc ve me’cüc den sonra çok geçmeden güneş de battığı yerden doğar.” buyurması, ye’cüc ve me’cüc den sonra Muhammed Mehdi (a.s)’ın/Zülkarneyn’in ortaya çıkacağına işarettir. Muhammed Mehdi (a.s)’ın zuhuruyla/Zülkarneyn’in ortaya çıkışıyla güneş battığı yerden doğmuş ve kavminden inanan ve kendisine tabi olanlarla, ye’cüc me’cüc taifeleri arasına yapılacak olan bu manevi seddin inşası başlamıştır, Rabbimiz’in (c.c) yardımıyla, peyderpey tamamlanacaktır. Ayeti celilede, Zülkarneyn’in bana demir kütlelerini getirin sizinle onlar arasına bir set yapayım buyurması, kavminin yardımıyla bu manevi seddi yaparken demir madenini kullanacağına işarettir.

Bu seddin yapılmasından sonra, ye’cüc ve me’cüc toplulukları ayette haber verildiği üzere kıyamet vakti gelinceye kadar bu seddi aşamayacaklardır, ancak kıyametin kopma vakti iyice yaklaşıp, ye’cüc ve me’cüc ün çıkış vakitleri geldiğinde tekrar ortaya çıkacaklar ve kıyamet, ye’cüc ve me’cüc topluluklarının ve bütün küfür ehlinin üzerine kopacaktır.

Allah'ın (c.c) Nebisi
Muhammed Mehdi (a.s)

17

Allah (c.c.)’ın Nebisi Muhammed
Mehdi a.s.’ın bu yüzyılda
gelmeyeceği sözünü yineleyen
gruba, Muhammed Mehdi
(a.s.)’ın cevabı

Rahman ve Rahim Allah’ın (c.c) adıyla

Allah (c.c.)’ın Nebisi Muhammed Mehdi (as) ın İnsanlığa Çağrısı/Tebliğinden sonra Mehdi a.s.’ın bu yüzyılda gelmeyeceği sözünü yineleyen gruba Muhammed Mehdi (a.s.)’ın cevabıdır.

İmamı Rabbani’nin, kendi yaşadığı dönemde mehdilik iddiası ile ortaya çıkan bir şahıs için, “hicri yüzyıl başını şu kadar geçtiğinden dolayı bahsettiğiniz şahıs Mehdi olamaz” dediğini haber veriyorsunuz. Bugün de buna istinaden hicri yüzyıl başını şu kadar geçtiği için Mehdi (a.s.)’ın bu yüzyılda gelmeyeceğini iddia ediyorsunuz. Bunun da Peygamberimiz (sav) in “Allah (c.c) her yüzyılın başında bu ümmete dini işlerini yenileyecek bir müceddid gönderecektir” hadisine dayandığını söylüyorsunuz.

Öncelikle İmamı Rabbani bir müceddiddir. Kendisi o dönemde yaşayan bir müceddid olduğu için hem Mehdi (a.s.)’ın bir müceddid olduğunu zannettiğinden hem de Mehdi (a.s.)’ın yaşadığı dönemde bir müceddidin olmayacağını düşündüğünden dolayı Peygamberimiz (sav)’in “Şüphesiz ki Allah her yüzyılın başında bu ümmete dini işlerini yenileyecek bir müceddid gönderecektir” hadisine dayanarak kendi döneminde ortaya çıkan şahsı yalanlamıştır. Birincisi; Mehdi (a.s.) bir müceddid değil Peygamberimiz (sav)’i tasdik eden bir nebidir. Rabbimiz (c.c) elçilerini dilediği zaman diliminde gönderir ancak Mehdi (a.s.)’ın zuhuru güneş takvimine göre Peygamberimiz (sav)’le aynı döneme, yüzyıl başına tevafuk etmiştir.

Peygamberimiz (sav) “Şüphesiz ki Allah bu ümmete her yüz yılbaşında bir müceddid gönderecektir” derken miladi ya da hicri demediği halde; hatta hicri takvim Peygamber Efendimiz(sav)›in vefatından sonra oluşturulduğu halde; ve Peygamberimiz(sav)›e miladi takvime göre yüzyıl başında peygamberlik verildiği halde; yine Mehdi (a.s.) Peygamberimiz (sav) gibi miladi takvime göre yüzyıl başında zuhur ettiği halde; ve Mehdi (a.s.) bir müceddid değil, Peygamberimiz (sav)’i tasdik eden bir nebi olduğu halde; Mehdi a.s.’ın bu yüzyılda gelmeyeceğini söylemenin hiç bir dayanağı yoktur. Bununla beraber Peygamberimiz (sav), Mehdi (a.s.)’ın zuhuru için şu yüzyılda veya yüzyıl başında gibi bir zaman beyanında bulunmamıştır. Peygamberimiz(sav)’in, Mehdi (a.s.)’ın hangi zamanda zuhur edeceğine dair beyanı, “deccalin fitnesi zamanında”, “kıyamete bir gün bile kalsa Allah o günü uzatır yine de Mehdi’yi gönderir” gibi hadislerinde buyurduğu üzere, kıyametin kopmasının iyice yaklaştığı bir zamanda zuhur edeceği şeklinde olmuştur.

Bugün ezelde takdir edilmiş olan vakit gelmiş, Muhammed Mehdi (a.s.)’ın zuhuruna dair bütün alâmetler ortaya çıkmıştır ve Allah(c.c)’ın Nebisi Muhammed Mehdi (a.s.) zuhur etmiştir. Allah (c.c)’ın emrini geri çevirecek yoktur. Allah(c.c)’ın emrine karşı gelmek yerine Allah(c.c)’a teslim olunuz. İnsan beşerdir, hata edebilir, noksanlıklardan münezzeh olan yalnızca Allah (c.c)’tır. Hatanızdan dönmenizi; nefsine, benliğine uyup helâka gidenlerden değil; hatasından dönüp Rabbine teslim olan ve böylece Rabbimiz(c.c)’in rızasına eren kullardan olmanızı tavsiye ederim. Allah (c. c)’ın selamı, Allah(c.c)’a teslim olanların üzerine olsun.

Allah'ın (c.c) Nebisi
Muhammed Mehdi (a.s)

18

Şubat 2023
Recep 1444

Rahman ve Rahim Allah’ın (c.c) adıyla

Rabbimiz (c.c) Kuranı Kerimi zahirde Peygamberimiz Hz.Muhammed (s.a.v)'e indirdiği gibi batında Onu tasdik eden nebi olan Muhammed Mehdi'ye indirmiştir. Rabbimiz (c.c), Musa (a.s)'a indirdiği Tevrat'ı Harun (a.s)'a da indirdiği (vahiyle bildirdiği) gibi, Davud (a.s)'a indirdiği Zebur'u Süleyman (a.s)'a da indirdiği (vahiyle bildirdiği) gibi, İsa (a.s)'a indirdiği İncili Yahya (a.s)'a da indirdiği (vahiyle bildirdiği) gibi Hz Muhammed (s.a.v)'e indirdiği Kur'an-ı Kerim'i Onunla beraber Muhammed Mehdi'ye de indirmiştir (vahiyle bildiriyor). Rabbimiz (c.c), ayet-i celilesinde, "Sana Kitab’ı (Kur’an’ı) indiren O’dur. Onun bir kısmı muhkem (açık) âyetlerdir ki onlar Kitab’ın anası (temeli)dir, bir kısmı da müteşâbih âyetlerdir.İşte kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve (kendi arzularına göre) yorum yapmak isteyerek, onun müteşâbih olanlarına uyarlar. Halbuki onun yorumunu ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar da: 'Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır.' derler. (Bunu) akl-ı selîm sahiplerinden başkası düşünemez." (Âl-i Imrân Sûresi / 7.Ayet) buyuruyor.

Buyrulduğu üzere Kur'an'ın bir kısmı muhkem ayetlerdir, diğer kısmı müteşabih ayetlerdir. Rabbimiz (c.c) Kur'an-ı Kerim'in tamamını Rasulullah'a (s.a.v) indirmiştir. Rasulullah (s.a.v), Rabbimiz'in (c.c) vahyiyle muhkem ayetleri açıklamış ancak müteşabih ayetlere dokunmamıştır. Muhkem ayetler Kuranı Kerimin zahirini temsil eder. Müteşabih ayetlerse Kur'an-ı Kerim'in batınını temsil eder. Rabbimiz (c.c) Rasul Peygamberlere kitaplar indirmiştir. Rabbimiz (c.c) rasul peygamberlere indirdiği kitabın zahiri kısmını açıklama vazifesini Rasul Peygamberlere vermiş, batıni kısmını açıklama vazifesini de Rasulden sonra gelen Onu tasdik eden Nebilere vermiştir. bunun gibi Rabbimiz (c.c) Kur'an-ı Kerim'i de bütünüyle Peygamberimiz Hz.Muhammed Mustafa (sav)'e indirmiş Kur'an'ın zahiri kısmının açıklama vazifesini Rasulullah'a (s.a.v) vermiştir, batıni kısmının açıklanma vazifesini de Onu tasdik eden Nebi olan Muhammed Mehdi'ye vermiştir. Rabbimiz (c.c), Kur'an-ı Kerim'i Rasulullah (s.a.v)'e peyderpey indirip tamamladığı ve muhkem ayetleri Ona vahyedip bildirdiği gibi Kur'an-ı Kerim'de açıklanmamış olan müteşabih ayetleri de peyderpey Muhammed Mehdi'ye vahyedip bildirecek ve tamamlayacaktır. Rabbimiz (c.c) ayeti celilesinde "Hayır! (O inkârcılar,) ilmini kavrayamadıkları ve hakikati/yorumu kendilerine gelmemiş olan şeyi yalanladılar. Onlardan öncekiler de tıpkı böyle yalanlamışlardı. İşte bak zalimlerin sonu nice oldu!" buyuruyor. Rabbimiz'in (c.c) buyurduğu üzere bugün Muhammed Mehdi'nin zuhuruyla yorumu bugüne kadar gelmemiş olan müteşabih ayetler, Rabbimiz'in (c.c) vahyiyle açıklanacak ve tamamlanacaktır. Rabbimiz (c.c), Rasul Peygamberleri gönderip Onlara ayetler indirip Onlarla insanları imtihan ettiği gibi Rasullerden sonra Onları tasdik eden Nebileri gönderip Onlara da Rasullerine indirdiği ayetlerin müteşabih kısmını açıklama vazifesini verip onlarla da insanları bu şekilde imtihan etmiştir. Rasullere indirilen ayetlere insanların bir kısmı iman edip bir kısmı inkar ettiği gibi müteşabih ayetleri açıklayan Nebilere de insanların bir kısmı iman etmiş, bir kısmı inkar etmiştir. Rabbimiz Rasulullah'a da indirdiği ayetlerle o toplumu imtihan ettiği gibi ve o gün insanların bir kısmı iman edip bir kısmı inkar ettiği gibi bugün de Rabbimiz c.c. Muhammed Mehdi'ye müteşabih ayetleri vahyedip insanları imtihan etmeyi dilemiştir. Bugün de insanların bir kısmı iman ederken, bir kısmı inkar edecektir. Rabbimiz (c.c) ayeti celilesinde, "De ki: 'Şahitlik bakımından hangi şey daha büyüktür?' (Cevap olarak) de ki: '(Benim hak peygamberliğime) benimle sizin aranızda, Allah şahittir. Bu Kur’an bana, gerek sizi gerek ulaştığı herkesi uyarmam için vahyedildi...'" buyuruyor. Bugün de benimle sizin aranızda benim Allah'ın Nebisi Muhammed Mehdi olduğuma Allah (c.c) şahittir. Şahit olarak Allah (c.c) yeter.

19

Şubat 2023
Recep 1444

Rahman ve Rahim Allah’ın (c.c) adıyla

Rabbimiz (c.c) ayeti celilesinde, "Musa, (aralarında konuşulan) müddeti bitirip ailesiyle (Mısır tarafına) yola çıkınca Tûr’un (sağ) tarafından bir ateş farketti. Ailesine: 'Siz durup bekleyin, çünkü ben bir ateş gördüm. Belki oradan size bir haber veya (ocak yakıp) ısınırız diye bir parça kor getiririm.' dedi.
Derken oraya varınca, o mübarek bölgedeki vadinin sağ kıyısındaki ağaçtan şöyle seslenildi: 'Ey Musa! Şüphesiz âlemlerin Rabbi (olan) Allah benim, ben!'
'Âsâ’nı (yere) bırak.' (Musa bıraktığı zaman) onun çevik bir yılan gibi titreyip hareket ettiğini görünce, arkasına dönüp bakmadan kaçtı. 'Ey Musa! Buraya gel, korkma. Çünkü sen emniyette olanlardansın.' denildi."
(Kasas Sûresi 29-31.ayetler) buyuruyor.

Musa (a.s)'ın gördüğü ateş, Rabbimiz'in (c.c) emri üzere Hızır (a.s)'ın yaktığı ateştir. Rabbimiz'in vadinin sağ kıyısında Musa (a.s)'a seslendiği ağaç olarak haber verdiği Hızır (a.s)'dır. Hızır (a.s)'ın ağaç olarak nitelendirilmesi asırlar boyunca insanlar arasında yaşamasından, sabır ve teslimiyet konusunda da zirve noktasında olmasından dolayıdır. Rabbimiz (c.c), Musa (a.s)'a, asırlar boyunca insanlar arasında yaşayan ve tam bir teslimiyetle Allah'ın emrini yerine getiren bir elçi olmasından dolayı sabır ağacı mesabesinde olan Hızır (a.s)'ın diliyle seslenişini, ağaçtan seslenildi şeklinde haber vermiştir. Rabbimiz'in (c.c), ağaçtan/Hızır as ın dilinden, "Alemlerin Rabbi olan Allah benim ben" buyurması, Musa (a.s)'a perde ardından seslenmesidir. Hızır (a.s)'ın Musa (a.s)'a hitabı Rabbin buyuruyor ki; "Alemlerin Rabbi olan Allah benim ben" şeklinde olduğu halde, Rabbimiz (c.c) ayeti celilesinde, "ey Musa şüphesiz alemlerin Rabbi olan Allah benim ben" buyurarak zatı ile Musa as arasındaki perdeyi kaldırmıştır. Bununla Hızır (a.s)'ın, zatı ile Musa (a.s) arasında bir perde olduğunu ve perdenin bir hükmünün olmadığını Musa (a.s)'a hitap edenin zatı olduğunu bildirmiştir. Rabbimiz (c.c) peygamberlerine vahyini melekler aracılığıyla indirdiği gibi perde ardından da indirmiştir. Ayeti celilede Rabbimiz'in (c.c), Hızır (a.s)'ın dilinden Musa (a.s)'a hitabı, Rabbimiz'in (c.c) Musa (a.s)'a ağaçtan seslenişi olarak anlatılmıştır.

Rabbimiz (c.c) ayet-i celilesinde , “O sağ elindeki nedir ey Musa?” (Musa) dedi ki: “O âsâmdır. Ona dayanırım, onunla davarıma yaprak çırparım ve onunla daha birçok ihtiyacımı görürüm.” (Allah) buyurdu: “Onu (yere) bırak ey Musa!” O da onu bıraktı. Bir de ne görsün! O, (kıvranıp) koşan bir yılan oluvermiş. (Allah) buyurdu: “Al onu (eline), korkma, biz onu yine ilk şekline döndüreceğiz.” (Tâhâ Sûresi 17-21.Ayet) buyuruyor.

Rabbimiz'in (c.c.) ayet-i celilesinde Musa (a.s)'ın bir ateş gördüğü, ateşin yanındaki ağaçtan Rabbimiz'in (c.c) kendisine seslendiği, Musa (a.s)'a hitaben "Ey Musa, nedir o sağ elinde olan" buyurduğu, Musa (a.s)'ın da "o, benim asamdır." buyurduğu kelamlarla başlayan kıssada haber verilen ayetler müteşabih ayetlerdir. Rabbimiz (c.c) Musa (a.s)'ı peygamber seçmesini, Onu vahiyle diriltmesini ve Ona verdiği mucizeleri müteşabih ayetlerle anlatmıştır. Rasulullah (s.a.v) "Kur'an yedi harf üzerine indirilmiştir. Onlardan her bir ayetin bir zahiri/dışı bir de batını/içi vardır" buyuruyor. Rabbimiz'in (c.c) "Ey Musa, nedir o sağ elinde olan" buyurduğu ayetin batıni manası, akıl elinde olan nedir ey Musa / başında yani aklında olan nedir ey Musa anlamındadır. Sağ heybeti/başı, sol hayreti/kalbi temsil eder. İnsanın heybeti başında, hayreti ise kalbindedir. İnsan zahirde elindeki asaya, batında ise başındaki/aklındaki ilmine dayanır. İnsanın zahirdeki dayanağı elindeki asası, batındaki dayanağı ise aklındaki ilmidir. Rabbimiz'in (c.c), "nedir o sağ elinde olan ey Musa" buyurması, başında yani aklında olan nedir ey Musa manasındadır. Musa'nın asası, yani dayanağı Musa (a.s)'ın ilmidir, "ona dayanırım" buyurması ilmine dayandığına işarettir, "onunla davarıma yaprak silkerim" buyurması ilmiyle İsrailoğullarından kendisine tabi olanlara bildiklerini anlatmasına, onlara nasihat etmesine işarettir. İsrailoğullarını, davar kelimesiyle ifade etmesi ise İsa (a.s)'ın "ben İsrailoğullarının kuzularına gönderildim" teşbihinde söylediği gibi İsrailoğullarının kuzularına yani İsrailoğullarından kendisine tabi olanlara ilminden öğrettiğine işarettir. Rabbimiz'in (c.c) "onu bırak ey Musa" buyurması ile Musa (a.s)'ın asasını bırakması, o güne kadar öğrendiği zahiri ilmini ortaya koymasına işarettir. Rabbimiz'in (c.c), O'nu peygamber seçip mucize olarak asayı diriltmesi/asanın yılan olması, Rabbimiz'in (c.c) Musa (a.s)'a vahyetmesine, vahiyle ilmini diriltmesine işarettir. Musa (a.s.)'ın o anda korkması, Rabbimiz'in (c.c) vahyiyle ilminin dirilip bir anda Rabbini hissetmesinden ve kainatın sırlarının kendisine açılmasından dolayıdır. Musa (a.s), Rabbimiz'in (c.c) vahyiyle bir anda ilmi dirilince Rabbine ve kainatın sırlarına uyanmaya başlayınca korkmuştur. Rabbimiz'in (c.c) "korkma ey Musa, asanı eline al. Biz onu eski haline döndüreceğiz" buyurmasıyla, Musa (a.s)'ın asayı eline alması, Musa (a.s)'ın kendisine vahyedilen ilmi ezberine almasına, asanın eski kuru haline dönmesi, Rabbimiz'in (c.c) vahyi kesmesiyle ilminin hafızasında bilgi olarak kalmasına işarettir. Musa (a.s) kendisine vahyedilen ilmi ezberine alıp hafızasında tutunca asayı eline almıştır. Musa (a.s) asayı eline alınca, yani kendisine vahyedilen ilmi ezberinde tutunca, Rabbimiz (c.c) vahyi kesmiş, vahiy kesilince de diri olan ilim, ölü hükmüne/yılan hükmünde olan asa, eski kuru haline dönmüştür. Vahyin dışında olan her ilim ölüdür, kuru bir asa hükmündedir, vahiyle olan ilim ise diridir, diri bir asa hükmündedir.

Rabbimiz (c.c) ayet-i celilesinde, “Ey Musa! Hünerlerini istersen önce sen ortaya at istersen biz ortaya atalım.” dediler. (Musa:) “Hayır! Siz atın!” dedi. (Ellerindekini attılar.) Bir de baktı ki onların ipleri (halatları) ve değnekleri, düzenbazlıkları yüzünden kendisine hakikaten (yılan şeklinde) koşuyor gibi görünüyor. Bu yüzden Musa içinde bir korku hissetti. (Bunun üzerine biz:) “Korkma, çünkü sen evet sen daha üstün (gelecek)sin.” dedik. “Sağ elindeki (âsâ)nı at, onların yaptıklarını yutacaktır. Çünkü onların yaptıkları sadece bir sihirbaz hilesidir. Sihirbaz ise nereye varsa (ne yapsa) umduğuna eremez.” buyuruyor. (Tâhâ Sûresi / 65.Ayet-69.Ayet)

Musa (a.s)'ın Rabbimiz'in (c.c) emriyle sihirbazların karşısına çıkıp asasını ortaya atması ve asanın ejderha olup sihirbazların sihirlerini yutması teşbihiyle anlatılan kıssada Musa (a.s)'ın ortaya attığı asası,Rabbimizin vahyiyle ortaya koyduğu delillerdir. Sihirbazlar firavunun emrinde olan ve yaldızlı sözleriyle insanları büyüleyen alimler, bilginlerdir. Sihirbazların ortaya koydukları ipler ve sopalardan oluşan sihirler de inananları ve inanacakları korkutmak, yıldırmak ve kandırmak amacıyla söyledikleri sözlerdir. Önce sihirbazların sihirlerini ortaya atması, sihirbazların Musa (a.s)'ı yalanlamak ve toplumu Musa (a.s)'ı yalanlamaya sevk etmek amacıyla, korkutmak, yıldırmak ve kandırmak gayesiyle ortaya attıkları büyülü sözlerdir. Musa (a.s)'ın asası, Musa (a.s)'ın ortaya koyduğu delillerdir. Musa (a.s)'ın asasının dirilip ejderha olması Musa (a.s)'ın ilminin Rabbimiz'in vahyiyle dirildiğine, sihirbazların sihrini yutması ise sihirbaz hükmünde olan alimlerin, bilginlerin ilimlerine galip gelip ilimlerini iptal ettiğine işarettir. Rabbimizin biz hakkı batılın üzerine fırlatırız da bu onun beynini parçalar ayetinde buyurduğu gibi Musa a.s Rabbimizin vahyi ile kendisine bildirdiği delilleri ortaya koyunca sihirbazların delil olarak ortaya koydukları yaldızlı sözler iptal olmuş ve sihirbazlar mağlup olmuştur.

Rabbimiz (c.c) ayet-i celilesinde, “Bir de elini koltuğuna sok. Kötü bir durum/bir hastalık olmaksızın, başka bir mucize olarak bembeyaz bir halde çıksın. (Böylece) sana en büyük mucizelerimizden gösterelim." buyuruyor. (Tâhâ Sûresi / 23.ayet)

İnsan bütün işini zahirde eliyle, batında ise aklıyla yapar. Nedir o sağ elindeki ey Musa ayetinin batıni manası, nedir o aklındaki ey Musa anlamındadır . O elimde tuttuğum asamdır, sözünün batını manası o aklımda tuttuğum ilmimdir, anlamındadır. Rabbimiz'in ey Musa elini koynuna sok bir mucize olarak bembeyaz çıksın, buyurduğu ayette, elini koynuna sok bembeyaz çıksın ayetinin batıni manası, aklını kalbine indir, gönlüne dön, aklın ve yüzün gönlündeki vahyin nuruyla aydınlansın bembeyaz kusursuz olarak çıksın anlamındadır. Musa as elini koynuna soktuğunda, yani aklıyla gönlüne döndüğünde, aklı ve yüzü gönlündeki nurun sirayetiyle aydınlanmış bakanların açıkça farkedeceği derecede yüzü nurlanmış, bembeyaz hale gelmiştir.

Rabbimiz (c.c) ayet-i celilelerinde, "Ve bulutları üzerinize gölge yaptık, size kudret helvasıyla bıldırcın da indirdik. 'Size verdiğimiz bu güzel helal rızıklardan yiyin.' (dedik). Ama onlar, bize değil fakat kendi kendilerine zulmediyorlardı." (Bakara Sûresi / 57.Ayet) "Hani siz (yine): 'Ey Musa! (Biz artık) bir tek (kudret helvasıyla bıldırcın etinden) yemeye asla tahammül edemeyeceğiz; Rabbine bizim için dua et de, bize yerin bitirdiği; sebze, salatalık, sarımsak, mercimek ve soğandan çıkarsın.' demiştiniz. (Hz. Musa da:) 'Daha iyi olanla, daha aşağı olanı değiştirmek mi istiyorsunuz? (Öyleyse) bir şehre/kasabaya inin, şüphesiz (orada) sizin için istediğiniz (sebzeler) vardır.' dedi. Onlar yine yoksulluğa/düşkünlüğe, aşağılığa mâruz kaldılar, Allah’ın gazabına da uğradılar.... " (Bakara Sûresi / 61.Ayet) buyuruyor.

Rabbimiz (c.c), onlar üzerine bulutu gölge yaptık buyuruyor. Rabbimizin onlar üzerine gölge yaptığı bulut, Allah'ın rahmet bulutu idi. Rabbimiz (c.c), firavun ve ileri gelenlerin baskı ve zulümlerine karşı Musa (a.s) ve ona inananların üzerine rahmetini/rahmet bulutunu indirmiş onları o zalimlerin baskı ve zulümlerinin hararetinden korumuştur.

Rabbimiz'in (c.c), israiloğullarına indirdiği bıldırcın eti; Musa (a.s)'a iman eden israiloğullarının gönülleriyle Rabbimiz'e (c.c) kanatlanıp, Rabbimiz'e (c.c) yakınlaşıp, Rabbimiz'i hissettiklerinde, Rabbimiz'in (c.c) onlara bahşettiği manevi hazlar, manevi tadlar, manevi lezzetlerdir. Kudret helvası ise; Rabbimiz'in (c.c) rahmeti altında toplanıp Rabbimiz'e (c.c) hamdettiklerinde, Rabbimiz'i (c.c) andıklarında, Rabbimiz'in (c.c), rahmetiyle onlar üzerine indirdiği manevi hazlar, manevi tadlar, manevi lezzetlerdir. "Biz tek bir taam yemeye dayanamayacağız, Rabbine dua et bize yerin bitirdiği şeylerden versin" demeleri ise; biz sadece gönlümüzü doyuran bu manevi hazlarla, lezzetlerle yetinemeyeceğiz, bize nefsimizi doyuran maddi nimetlerden versin diyerek Rabbimiz'den (c.c) dünyalık nimetler istemeleridir. Bundan dolayı da Rabbimiz, onlar yere/aşağılık dünyaya, meyletti buyurmuştur.

Rabbimiz (c.c) ayet-i celilesinde, Hani vaktiyle Musa, (çölde susuz kalan) kavmi için su aramıştı. Biz de; “Âsânı taşa vur.” demiştik. Hemen (âsâyı taşa vurur vurmaz) oradan (kabileleri sayısınca) on iki pınar fışkırdı. Herkes (kendi) su içeceği kaynağı bildi ve (onlara): “Allah’ın rızkından yiyin, için, yeryüzünde (O’nun emirlerinin dışına çıkıp) bozgunculuk yaparak kargaşa çıkarmayın.” (dedik.) buyuruyor. (Bakara Sûresi / 60.Ayet)

Rabbimiz ayeti celilesinde, Musa as kavmi için "su aradı, biz de kendisine ey Musa asanı taşa vur dedik" buyuruyor. Ey Musa asanı taşa vur ayetinin batıni manası, Ey Musa asanı / ilmini(delillerini), inkarından dolayı taş hükmünde olan başlara vur/anlat, tebliğ et, şeklindedir. Taşa vurunca, ondan oniki pınar fışkırdı, ayetinin manası, inkarından dolayı kalpleri ve akılları taş gibi katılaşmış olan o insanlara tebliğ yapınca içlerinden on iki kişinin iman ettiğine ve bu inananların kavminin manevi susuzluğunu giderecek onları teskin edecek derecede gönülleri kuvvetli kimseler olduklarına işarettir. Herkes su içeceği yeri bildi ayetinin manası ise, kavminden kendisine tabi olan herkesin bu oniki kişi içerisinden kendisine en uygun olanı seçip manen ondan istifade ettiğine(sulandığına) işarettir.

Rabbimiz (c.c) ayet-i celilesinde , Biz de onları (yani Firavun ve yandaşlarını, Mısır’daki) bahçelerden, pınarlardan, hazinelerden ve güzel/şerefli makam(lar)dan çıkardık. İşte böylece İsrâiloğulları’nı da (bütün) bunlara mirasçı yaptık. Şöyle ki: (Firavun ve yandaşları) güneş doğarken (Musa ve ashâbını yakalamak için) onların peşine düştüler. İki topluluk (yaklaşıp) birbirini görünce, Musa’nın adamları: “Biz kesinlikle yakalandık.” dedi. (Musa:) “Hayır! Rabbim benimle beraberdir, bana kurtuluş yolunu gösterecektir.” dedi. Bunun üzerine Musa’ya: “Âsânı denize vur.” diye vahyettik. (Vurunca deniz) hemen yarıldı, her bölüm büyük bir dağ gibi oldu. Diğerlerini de oraya yanaştırdık (onlar da açılan denize girdiler). Musa’yı ve beraberindeki kimseleri toptan (denizi geçirip) kurtardık. Sonra ötekileri (denizin kapanmasıyla suda) boğduk. buyuruyor. (Şu'ara Sûresi 57-66. ayetler)

Rabbimiz (c.c) ayet-i celilesinde, firavun Musa'yı takibe başladı ve nihayet iki topluluk (yaklaşıp) birbirini görünce, Musa’nın adamları: “Biz kesinlikle yakalandık." dediler Musa (a.s) ise "Rabbim bana kurtuluş yolunu gösterecektir" dedi buyuruyor. Rabbimiz ayeti celilesinde "Ey Musa asanı denize vur diye vahyettik, asasını denize vurunca hemen yarıldı, Musa’yı ve beraberindeki kimseleri toptan kurtardık, Sonra ötekileri boğduk" buyuruyor, Rabbimiz'in (c.c), müteşabih olarak anlattığı kıssada Musa (a.s)'ın karşısındaki deniz, Musa (a.s)'ı inkar eden, ona düşman olan ve O'nun karşısında duran ve geçilmesi imkansız gibi görünen küfür toplumunun tamamıdır. Musa (a.s)'ın asasını denize vurması, Rabbimizin kendisine verdiği delillerle ilmini ortaya koyup önünde duran topluma tebliğe başlamasıdır. Asasını denize vurunca deniz yarıldı buyrulması ise delilleri ortaya koyup tebliğe başlamasıyla karşısındaki toplumun önünden çekilip kendisine yol verdiğine, müsade ettiğine işarettir. Musa (a.s) bu şekilde delilleri ortaya koyarak yoluna devam etmiş, tebliğ yaptıkça toplum önünden çekilip kendisine yol vermiş ve nihayet firavunun ülkesinin sınırlarını geçince denizden tamamen karşıya geçmiş, ashabıyla beraber firavun ve ordusundan kurtulmuştur. Musa (a.s)'ın peşinden firavunun Musa (a.s)'ın izinden denize girmesi firavunun Musa (a.s)'ı takip ederek toplumun içine girmesidir. Denizin yarılan kısmından bir süre devam etmesi Musa (a.s)'ın önünü açıp ona yol veren toplumun içersinden bir süre devam etmesidir. firavun, o toplumun Musa (a.s) hakkındaki olumlu sözleriyle bir süre yoluna devam etmiş sonra ise denizin kapanmasıyla yani o toplumun geriye kalan kısmının tekrar Musa (a.s) hakkındaki eski küfür ve düşmanlıklarına dönüp firavunu tahrik etmesiyle toplumun küfrü firavunu tamamen sarınca firavun artık geri dönülmez kesin bir inkara dönmüş ve o toplumun küfrü içersinde manen boğulmuştur. Musa (a.s)'dan sonra Rabbimiz (c.c), Firavun ve halkını önce depremle ardından da depremin etkisiyle deniz sularının kabarması sonucunda oluşan sellerle helak etmiştir. Rabbimiz (c.c) ayeti celilesinde "Biz de Firavun’u ve askerlerini tutup denize attık. (Resûlüm!) İşte bak, o zalimlerin sonu nasıl oldu?" (Kasas Sûresi 40.ayet) buyuruyor. Rabbimiz (c.c) önce depremle onları yıkılan binalarının altında tutsak etmiş /tutmuş, sonra da denizin kabarması ile oluşan sel suları ile onları denize sürüklemiş/denize atmıştır. Bundan dolayı da Rabbimiz (c.c) ayeti celilesinde, "onları tutup denize attık" buyurmuştur.

Şubat 2023
Recep 1444

Rabbimiz (c.c) ayet-i celilelerinde , "‌Musa kavmine Allah size mutlaka bir sığır kesmenizi emrediyor. demişti. Onlar bizi alaya mı alıyorsun dediler.(Musa da) cahillerden olmaktan Allah a sığınırım. dedi.( Onlar Ey Musa ) Rabbine bizim için yalvar da onun ne biçim (bir sığır) olduğunu bize açıklasın. dediler. (Musa da Allah) buyuruyor ki; o ne çok yaşlı ne de körpe, bunun arasında (dinç) bir sığırdır. Artık emredildiğiniz şeyi yapın. demişti. Onlar Rabbine bizim için yalvar da onun renginin ne olduğunu bize açıklasın. dediler. Musa o (Rabbim) rengi bakanlara neşe (ferahlık) veren sapsarı bir inektir. buyuruyor, dedi. Yine bizim için Rabbine dua et de onun (mahiyetinin) nasıl olduğunu bize açıklasın çünkü bizce sığırlar birbirine karıştı. eğer Allah dilerse biz elbette doğruya erişmiş oluruz. dediler. (Musa şöyle dedi) (Rabbim) buyuruyorki o toprağı sürmek ve ekin sulamak için boyunduruk altına girmemiş, hiç alacası olmayan, serbest dolaşan, kusursuz bir sığırdır. (İsrailoğulları) şimdi gerçeği getirdin deyip hemen o ineği boğazladılar. neredeyse yapmayacaklardı." buyuruyor. (Bakara 67-71.ayetler)

Musa (a.s)'ın, israiloğullarına, Allah size bir sığır kesmenizi emrediyor buyurması, Allah (c.c) size nefislerinizi (nefislerinizin hayvani tarafını) öldürmenizi emrediyor, anlamındadır. Ayette, rengi bakanlara neşe veren sapsarı bir sığır olarak anlatılması ve yine toprağı sürmek ve ekin sulamak için boyunduruk altına girmemiş, hiç alacası olmayan, serbest dolaşan, kusursuz bir sığır olarak anlatılması, onun bedeniyle insan olduğu halde, nefsi ile hayvan hükmünde olduğuna işaret etmek içindir.

Rabbimiz (c.c) ayet-i celilelerinde , "(Ey yahudiler!) Hani siz bir kişiyi öldürmüştünüz de onun (kâtili) hakkında atışmış (suçu birbirinize atmış)tınız. Allah ise gizlediğiniz şeyi açığa çıkarandır. (İşte bunun için) biz: "(Kesilen sığırın) bir parçasıyla ona (o öldürülen adama) vurun." demiştik, (onlar da vurunca, ölü dirilip kâtilini söylemişti). İşte Allah, tıpkı bunun gibi ölüleri diriltir ve düşünesiniz diye size âyetlerini gösterir." buyuruyor. (Bakara 72-73.ayetler)

Rabbimiz'in (c.c),"bir kişiyi öldürmüştünüz." buyurduğu şahıs, Yahudilerin, küfre/inkara düşürmek suretiyle, manen öldürdükleri bir şahıstır. Rabbimiz'in (c.c), kesilen sığırın bir parçasıyla ona (o maktüle) vurun buyurması, ölen nefislerinizin rahmani tarafıyla manen öldürülen adama seslenin (tebliğ edin) anlamındadır. Vurunca ölünün dirilip katilini söylemesi; nefsin rahmani tarafıyla adama seslenince, yani imanlı bir gönülle adama tebliğ edilince, manen ölü olan adam imanla yeniden dirilmiş ve katilinin (kendisini manen öldürenin), inkar ehli olan ve nefisleriyle hareket eden yahudiler olduğunu haber vermiştir.

Allah'ın (c.c) Nebisi
Muhammed Mehdi (a.s)

20

Şubat 2023
Recep 1444

Rahman ve Rahim Allah’ın (c.c) adıyla

Rabbimiz (c.c) ayet-i celilesinde , (Melekler, İsa hakkındaki sözlerine devam ederek: “Allah) ona (İsa’ya) kitabı (okuma yazmayı), hikmeti, Tevrat ve İncil’i öğretecek.” O İsrâiloğulları’na (gönderilen) bir Resûl olarak şöyle diyecektir: “Hakikaten ben Rabbinizden size bir âyet (mucize) ile geldim ki size çamurdan kuş şeklinde bir şey yaratır ona üflerim. (O da) Allah’ın izniyle, hemen (canlanıp) bir kuş oluverir. Anadan doğma körü ve alacalıyı iyileştiririm, hatta Allah’ın izniyle ölüleri diriltirim, evlerinizde yediklerinizi ve biriktirdiklerinizi size haber veririm. Eğer (Allah’a) iman edenlerdenseniz, elbette bunda sizin için (benim peygamberliğimi gösteren) kat‘î bir delil vardır.” buyuruyor. Âl-i Imrân Sûresi / 48-49.Ayet

Rabbimiz c.c ayeti celilesinde İsa (a.s)'ın ölüleri dirilttiğini, körleri iyileştirdiğini alacalı hastalığına tutulanları iyileştirdiğini ve çamurdan kuş şeklinde bir şey yapıp sonra ona üfleyip onu uçurduğunu haber veriyor. İsa (a.s)'ın ölüleri diriltme mucizesi; bilindiği üzere İsa (a.s) Ruhullahtır, bu sırra binaen İsa (a.s) ruhaniyetiyle inanacak gönüllere ilhamlarla tesir etmiş ve onların imanla dirilmelerine vesile olmuştur. İsa (a.s)'ın ölüleri diriltmesi, manen ölü olan gönülleri diriltmesidir. İsa (a.s), küfür üzere olan ölü gönüllere ruhaniyetiyle ilhamlarla tesir edince o gönüller imanla dirilmiştir. İsa (a.s)'ın tesiri ile ölü gönüller imanla dirilince İsa (a.s) ölüleri diriltmiştir. Rabbimiz'in (c.c), bir başka ayeti celilesinde inkarından sonra inananlar için onları ölü iken dirilttik buyurması da bu ayetin sağlaması hükmündedir. Yine Rabbimiz (c.c.), İsa (a.s)'ın körleri iyileştirdiğini haber veriyor. İsa (a.s) ruhaniyetiyle insanların gönüllerine ilhamlarla tesir edip imanla dirilmelerine vesile olunca manen kör olan insanların gönül gözleri açılmış ve görür hale gelmişlerdir. İsa (a.s)'ın tesiriyle manen kör olan insanların gönül gözlerinin açılması, İsa (a.s)'ın körleri iyileştirmesidir. Yine Rabbimiz (c.c), İsa (a.s)'ın alacalı hastalığına tutulanları iyileştirdiğini haber veriyor. İsa (a.s), alacalı hastalığına tutulmuş olan, yani farklı renkleri içinde barındıran, yani mü'min ya da kâfir olmayıp münafık olan insanların gönüllerine ruhaniyetiyle tesir edince insanların alacalı hastalığından, yani münafıklıktan kurtulmalarına ve iman ehli olmalarına vesile olmuştur. İsa (a.s)'ın alacalı hastalığına tutulmuş olan yani münafık olan gönüllere ilhamlarla tesir edip onların münafıklıktan kurtulup iman etmelerine vesile olması alacalı hastalığına tutulanları yani münafıkları iyileştirmesidir. Yine Rabbimiz (c.c), çamurdan kuş şeklinde bir şey yapıp ona üflüyordun o da kuş oluyordu buyuruyor. İsa (a.s)'ın çamurdan kuş şeklinde bir şey yapıp ona üflemesi ve onun kuş olup uçması, çamurdan yaratılmış kalplere ruhaniyeti ile ilhamlarla tesir edip kalplerin manen dirilip kanatlanmasına vesile olduğuna işarettir. İsa (a.s), çamurdan yaratılmış kalplere ruhaniyeti ile tesir edince gönüllerin imanla dirilmesine, manen kuş olup kanatlanmasına, Rabbine yükselmesine vesile olmuştur. İsa (as)'ın ruhaniyetiyle gönüllere tesir etmesi sonucu o gönüllerin manen dirilip kanatlanması, Rabbine yükselmesi, manen kuş olup uçmasıdır. Yine Rabbimiz (c.c) İsa (a.s)'ın "evlerinizde yediklerinizi ve biriktirdiklerinizi size haber veririm" dediğini haber veriyor. İsa (a.s)'ın, "evlerinizde yediklerinizi ve biriktirdiklerinizi size haber veririm" buyurması; İsa (a.s)'ın, ruhaniyetiyle, insanların gönül evlerine girip, onların gönül evlerinde ne olduğunu / hangi manevi nimetlerle nimetlendiklerini ve gönüllerinde (hayırdan ve şerden) neler biriktirdiklerini/gönüllerini ne ile doldurduklarını bildiğine işarettir.

Allah'ın (c.c) Nebisi
Muhammed Mehdi (a.s)

21

Şubat 2023
Recep 1444

Rahman ve Rahim Allah’ın (c.c) adıyla

Rabbimiz (c.c) ayeti celilesinde, "Vaktiyle İbrahim de: “Ey Rabbim! Ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster.” demişti. (Allah da:) “Ne o, yoksa inanmadın mı?” dedi. “Evet (inandım), fakat kalbimin iyice mutmain olması için (görmek istedim).” dedi. (Allah) buyurdu ki: “Öyleyse dört (cins) kuş yakala, onları kendine alıştır (sonra iyice kesip doğra)  ve her dağın üzerine onlardan bir parça koy, sonra da onları çağır; koşa koşa sana gelirler.” Bil ki Allah, mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir." (Bakara Sûresi / 260.Ayet) buyuruyor.

Rabbimiz'in (c.c), İbrahim (a.s)'a dört cins kuş yakala, onları kendine alıştır buyurması dört gönül yakala onları kendine ısındır manasındadır, yani kalbi imanla dirilmiş kuş misali Rabbine kanatlanmış, gönülleri imanla İbrahim (a.s)'a bağlanmış/İbrahim (a.s.) tarafından gönülleri yakalanmış ve İbrahim (a.s)'ın dostluğuna alışmış dört gönlü/gönül sahibi insanı kendine ısındır manasındadır. Sonra onları kes buyurması onlarla bağlantını kes, onları kendinden uzaklaştır manasındadır. "Ve her dağın üzerine onlardan bir parça koy" buyurması, "her dağın üzerine bağlantını kestiğin o gönüllerden bir parça koy" anlamındadır. "Sonra onları çağır koşa koşa sana gelirler" buyurması, "sonra o gönül sahiplerini çağır. Onlar senin davetinle yeniden imanla dirilir, sana gelirler" anlamındadır. İbrahim (a.s) onlarla bağını kesip kendisinden uzaklaştırıp her birini bir dağın üzerine gönderince evvelce Rabbine kanatlanan o gönüller manen ölü hükmüne geçmiştir. Sonra İbrahim (a.s) kendilerini çağırınca o gönüller tekrar imanla dirilmiş Rabbine kanatlanan kuş misali eski haline dönmüştür.

Rabbimiz (cc.) ayeti celilesinde, "'Artık o (İsmail) beraberinde (işe) koşma çağına erişince (babası): 'Ey yavrucuğum! Doğrusu ben rüyamda seni boğazladığımı görüyorum; artık (düşün) bak, ne dersin?' dedi. (Oğlu:) 'Ey babacığım! Emredildiğin şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın.' dedi. Böylece ikisi de (Allah’ın emrine) teslim olunca (İbrahim) onu şakağı üzerine yatırdı. Biz ona (şöyle) seslendik: 'Ey İbrahim!' 'Gerçekten rüyana sadakat gösterdin. Şüphesiz ki biz, iyi hareket edenleri böyle mükâfatlandırırız.' 'Hakikaten bu, apaçık imtihanın ta kendisidir.' (Oğluna karşılık) ona büyük bir kurbanlık (koç) fidye verdik." (Saffat Sûresi 102-107.ayetler) buyuruyor.

Rabbimiz (c.c), İbrahim (a.s)'a, rüya yoluyla İsmail (a.s)'ı kurban etmesi gerektiğini haber vermiş İbrahim (a.s) da durumu oğlu İsmail (a.s)'a haber vermiş. İsmail (a.s) da babasına emrolunduğun şeyi yap diyerek Rabbimizin emrine teslim olmuş. Rabbimizin cc İbrahim (a.s)'a İsmail'i kurban etmesi gerektiğini haber vermesi İsmail (a.s)'ın nefsini öldürmesi/kurban etmesi gerektiğine İsmail (a.s)'ın da kurban edilmeye razı olması nefsinden geçmeye/nefsini kurban etmeye razı olduğuna işarettir. İbrahim (a.s)'ın, İsmail (a.s)'ı şakağı üzerine yatırması, İsmail (a.s)'ın teslimiyetine işarettir. Rabbimiz'in (c.c), "Ey İbrahim gerçekten rüyana sadakat gösterdin" buyurması, "ey İbrahim, İsmail as ın nefsini kurban etme konusunda teslimiyet gösterip Rabbinin emrine uygun hareket ettin" anlamındadır. Rabbimiz'in "Ona büyük bir kurbanlık fidye verdik" buyurarak İsmail (a.s)'a mukabil bir hayvan/koç kurban etmesi gerektiğini İbrahim (a.s)'a bildirmesi ve İbrahim (a.s)'ın o kurbanı kurban etmesi; İsmail (a.s)'ın nefsinin insani/rahmani tarafının kurban edilmeyip sadece hayvani tarafının kurban edilmesi gerektiğine işarettir.

Rabbimiz (cc.) ayeti celilesinde, “'Eğer bir iş yapacaksanız yakın onu da, (böylece) ilâhlarınıza yardım etmiş olun.' dediler. Biz de: 'Ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve selamet üzere ol.' dedik." (Enbiya 68-69.ayetler) buyuruyor.

Nemrut ve taraftarlarının İbrahim (a.s)'ı ateşe atmaları; ona karşı yaptıkları baskı ve zulümlerle onun hayatını ateş çemberine/yangın yerine çevirmeleridir. nemrut ve ileri gelenlerin kışkırtmaları sonucu insanların ve şeytanların İbrahim (a.s)'a karşı yaptıkları baskı ve zulümler, İbrahim (a.s)'ı içerden ve dışardan kuşatan bir ateş hükmüne geçmiştir. Rabbimiz'in (c.c), "ey ateş, İbrahim üzerine serin ve selamet ol" buyurması sonucu ateşin suya dönüşmesi; Rabbimiz'in (c.c) nemrut ve taraftarlarının zulümlerini engellemesiyle İbrahim (a.s)'ın selamete ermesidir. Rabbimiz (c.c), nemrut ve taraftarlarının zulümlerini ortadan kaldırıp onları helak edince İbrahim (a.s), nemrut ve taraftarlarının kendisini attıkları ateş imtihanından kurtulmuş, serinliğe, selamete erişmiştir. İbrahim (a.s)'ın ateş imtihanından kurtulup selamete ermesiyle İbrahim (a.s)'ı yakan ateş kendisini serinleten bir su hükmüne geçmiş/suya dönüşmüştür. Kendisine inananlar da güller hükmüne geçmiş ve inananların etrafına toplanmasıyla etrafı manen gül bahçesine dönmüştür.

Allah'ın (c.c) Nebisi
Muhammed Mehdi (a.s)

22

Şubat 2023
Recep 1444

Rahman ve Rahim Allah’ın (c.c) adıyla

Rabbimiz (c.c) ayeti celilesinde "Gözetimimiz (altında) ve vahyimizle gemiyi yap!(dedik)..." (Hûd Sûresi 37.ayet) buyuruyor.

Yine Rabbimiz (c.c), "Nihayet buyruğumuz gelip tandır kaynadığı, (yeryüzünde suların kaynayıp fışkırdığı) zaman Nuh’a: '(Hayvanların) her birinden (erkekli dişili) birer çifti, hakkında (boğulmaları için) söz geçmiş olanlar dışında çoluk çocuğunu ve iman edenleri içine yükle.' dedik. Zaten beraberinde bulunan az sayıdaki kimseden başkası iman etmemişti." (Hûd Sûresi 40.ayet) buyuruyor.

Nuh tufanı, Nuh (a.s)'a inananlar dışında yeryüzündeki bütün insanların içinde boğulduğu bir tufandı. Nuh (a.s)'ın tufana karşı yaptığı gemi, zahiri bir gemi değil manevi bir gemi idi. Rabbimiz (c.c), ayeti celilesinde "Gözetimimiz (altında) gemiyi yap" dedik buyuruyor. Nuh (a.s)'ın, Rabbimiz'in nezareti altında gemiyi yapması, Rabbimiz'in (c.c) gözetimi ve koruması altında, inananları tufana karşı koruyacak manevi bir gemi yapmasıdır. Rabbimiz (c.c) ayeti celilesinde, "onu tahtalar/levhalar ve mıhlar üzerinde taşıdık" buyuruyor. Rabbimiz'in (c.c), "onu tahtalar/levhalar ve mıhlar üzerinde taşıdık" buyurması, onu tahtalar/levhalar üzerine mıhlarla yazılmış deliller üzerinde taşıdık anlamındadır. Rabbimiz (c.c), Nuh (a.s)'ı ve ona inananları tahtalar üzerine mıhlarla yazılmış deliller üzerinde taşıdığını, müteşabih bir ifade ile, onları tahtalar/levhalar ve mıhlar üzerinde taşıdık şeklinde haber vermiştir. Bütün peygamberlere indirilen deliller, inananları taşıyan bir gemi mesabesindedir; ancak Nuh (a.s), peygamberlerin atası konumunda olduğu için ve Nuh (a.s)'a indirilen deliller kendisinden sonraki bütün peygamberlere indirilen şeriatın temelini oluşturduğu için Nuh (a.s)'a indirilen deliller, Nuh'un gemisi teşbihiyle anlatılmıştır. Rabbimiz (c.c), inananları bu manevi gemi üzerinde taşımıştır. Rabbimiz (c.c), Nuh (a.s)'a indirdiği delilleri inananları taşıyan bir gemiye benzetmiş ve inananların bir gemi mesabesinde olan bu deliller üzerinde taşındıklarını haber vermiştir. Rabbimiz (c.c) ayeti celilesinde, "onları tahtalar/levhalar ve mıhlar üzerinde taşıdık" buyurarak onları tahtalar/levhalar üzerine mıhlarla yazılmış deliller üzerinde taşıdığını haber vermiştir. Diğer taraftan, Rabbimiz'in (c.c), Nuh (a.s)'a vahyedip bildirdiği deliller, Nuh'un gemisinin bölümlerini oluşturan parçalar mesabesinde idi. İman esasları bu manevi geminin tabanını, emir ve nehiyler duvarlarını, sosyal yaşam ölçüleri de zeminini oluşturuyordu. Rabbimiz (c.c), Nuh (a.s)'a vahyini indirdikçe o manevi geminin inşası devam ediyordu. Rabbimiz (c.c), Nuh (a.s)'a bütün delilleri vahyedip tamamlayınca geminin inşası tamamlanmıştı. Rabbimiz'in (c.c), Nuh (a.s)'a indirdiği deliller, hiçbir gediği olmayan ve batması mümkün olmayan sapasağlam bir gemi mesabesinde idi. Bu manevi gemi yanlızca inananların imanları sayesinde binebildiği, inkar edenlerinse inkarlarından dolayı kesinlikle binemeyeceği bir gemi idi. Nihayet tufan vakti gelip sular yükseldiğinde yalnızca Nuh (a.s) ve Ona inananlar imanları sayesinde manen bir gemi mesabesinde olan Rabbimiz'in (c.c) indirdiği deliller üzerinde taşınıyorlardı, sular yükseldikçe inananlar Rabbimiz'in (c.c) emrettiği yere doğru çekildiler, inkar edenlerse helak oldular. Geminin su üzerinde akması, sular yükseldikçe inananların hep daha yükseğe doğru çekildiklerine ve hep suyun üzerinde kaldıklarına işarettir. Nuh (a.s), kendisine inananlarla beraber her cins hayvandan birer çifti de gemiye/inananların yanına almıştı. Yabani hayvanlardan birer çift de Rabbimiz'in (c.c) emriyle Nuh (a.s)'ın çekildiği yere çekildiler. inananlar dışında bütün insanlar helak oldu, yalnızca Nuh'un gemisine binenler yani Nuh (a.s)'a inananlar kurtuldular. Rabbimiz'in (c.c) emriyle sular çekilince, Nuh (a.s)'ın gemisinde olanlar yani Nuh (a.s)'a inananlar Cudi Dağı üzerine yerleştiler. Rabbimiz (c.c) inananları, Nuh (a.s)'a indirdiği deliller üzerinde, imanları sayesinde kurtarırken, inkar edenlerin tamamını da küfürlerinden dolayı helak etmişti. Nuh (a.s)'a inananlar/Nuh'un gemisine binenler, kurtulurken, inkar edenlerin tamamı helak olmuşlardır.

Rabbimiz ayeti celilesinde, "(Allah) Nuh’a dinden buyurduğu şeyleri, size (de aynen) şeriat yaptı. Gerek sana vahyettiğimiz, gerek İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya vasiyet ettiğimiz şey: Dini dosdoğru tutmanız ve onda ayrılığa düşmemenizdir..." (Şûrâ Sûresi 13.ayet) buyuruyor.

Rabbimiz (c.c), "Allah, Nuh'a dinden buyurduğu şeyleri sizin için şeriat yaptı" buyuruyor. Rabbimiz (c.c), Nuh (a.s)'a vahyettiklerini ondan sonra gelen bütün peygamberler için ve Rasulullah (s.a.v) için ve bizim için şeriat yaptığını haber veriyor. Rabbimiz'in (c.c), Nuh'a dinden buyurduğu ve bütün Peygamberler için şeriat yaptığı ölçüler bütün peygamberlere indirilen şeriatın temelini oluşturduğu için bütün Peygamberleri ve bütün inananları taşıyan bir gemi mesabesinde idi. Ve yine Rabbimiz (c.c) ayeti celilesinde, "Onların nesillerini de o dopdolu gemide biz taşıdık..." buyuruyor. Rabbimiz (c.c), bu ayeti celilesinde de Nuh (a.s)'dan sonra gelen bütün insanlığın Nuh (a.s)'ın ve Nuh (a.s)'a indirilene inanan müminlerin nesilleri olduklarını haber vermiştir.

Allah'ın (c.c) Nebisi
Muhammed Mehdi (a.s)

23

Mart 2023
Ramazan 1444

Rahman ve Rahim Allah’ın (c.c) adıyla

Rabbimiz (c.c) ayeti celilerinde,

"Nihayet onu götürüp de kuyunun dibine bırakmaya topluca karar verdikleri zaman biz de kendisine: 'Andolsun ki sen, onların bu yaptıklarını, hiç farkında değillerken (zamanı gelince) kendilerine haber vereceksin.' diye vahyettik." (Yusuf Suresi 15. ayet)

"Nihayet bir yolcu kafilesi geldi, sucularını gönderdiler. O da (gidip) kovasını sarkıttı (Yusuf da sarkan kovaya sımsıkı yapıştı). 'Hey müjde! Bu(rada) bir oğlan (çocuğu var)dır.' dedi. Onu bir ticaret malı olarak (başkalarından) sakladılar. Halbuki Allah, onların yaptıklarını hakkıyla bilendi." (Yusuf Suresi 19. ayet)

"Sonra onlara (Yusuf’un suçsuzluğuna dair) gördükleri delillerin ardından yine de (dedikodunun kesileceği) bir zamana kadar onu, zindana atmak fikri (daha) uygun geldi." (Yusuf Suresi 35.ayet) buyurmuştur.

Kardeşlerinin, Yusuf (a.s)'ı kuyuya atmaya karar vermeleri, anne babasından ailesinden uzaklaştırmaya karar vermeleri idi. Kardeşleri, Yusuf (a.s)'ı dışlayarak, korkutarak ve yıldırarak ailesinden uzaklaştırdılar. Yusuf (a.s)'ın, kardeşlerinin yaptıkları karşısında ailesine dönme ümit ve arzusu kalmadı. Yusuf (a.s), hem ailesine dönme ümit ve arzusunun kalmaması hem de gidecek başka bir yerinin olmaması sebebiyle içinden çıkılmaz bir kuyuya atılmış oldu. Kervancıların, kuyunun başına gelmeleri; Yusuf (a.s)'ın yanına/Yusuf (a.s)'ın içinden çıkamadığı o manevi kuyunun başına gelmeleri idi. Kervancıların, Yusuf (a.s)'ın içinden çıkamadığı o manevi kuyunun başına gelince, kuyuya kovalarını sarkıtmaları; Yusuf (a.s)'la konuşmaya, ne olup bittiğini anlamaya ve Onu içinden çıkamadığı çıkmazdan kurtarmaya çalışmaları idi. Yusuf (a.s)'ın salınan kovaya tutunması; kervancıların sözlerine güvenip onlara itibar etmesiydi. Kervancıların Yusuf (a.s)'ı kuyudan çıkarması; Yusuf (a.s)'ı Mısır'a götürmeye ikna edip ne yapacağını bilemediği ve içinden çıkamadığı çıkmazdan kurtarmaları idi. Yusuf (a.s), kervancıların sözüne itibar edip Mısır'a gitmeye karar verince içinden çıkamadığı o manevi kuyudan çıkarılmış oldu. Bundan dolayı Yusuf (a.s), kuyudan çıkarıldıktan sonra, Yakup Peygamberin oğlu olduğunu söyleyip evine dönmek yerine, kervanla Mısır'a gitmeyi tercih etmiştir. Yusuf'u (a.s) kaybetmenin kederinden dolayı Yakup (a.s)'ın gözlerine ak düşmesi, zahiren gözlerinin kör olması değil, kederinden dünyaya bakamaz hale gelmesidir. Yakup (a.s), Yusuf (a.s)'ı kaybetmenin üzüntüsünden dolayı yaşama sevincini kaybedip dünyaya bakamaz/gözü dünyayı görmez bir hale geldiği için kederinden gözlerine ak düştü denmiştir. Müjdecinin, Yusuf (a.s)'ın gömleğini getirip Yakup (a.s)'ın gözüne koyması, müjdecinin Yusuf (a.s)'ın gömleğini getirip Yakup (a.s)'a göstermesi ve Yusuf (a.s)'ın yaşadığını ona haber vermesidir. Yakup (a.s), Yusuf (a.s)'ın yaşadığını haber alınca kederi, sevince dönüşmüş ve dünyaya kapanan gözleri açılmış, görür hale gelmiştir. Yusuf (a.s)'ın atıldığı zindan, zahiri bir zindan değil manevi bir zindan idi. Yusuf (a.s)'a iftira edilip iffetsizlikle suçlanması, suçsuz olduğunu bilmesine rağmen vezirin de onu aklamayıp zan altında suçlu gibi bırakması dünyayı kendisine zindan etmiştir. Bu suçlamadan sonra hayatı zindan olmuştur. Dışarı çıkamaz, insanların yüzüne bakamaz bir halde kendi içine kapanmıştır. Bundan dolayı da zahiriyle meydanda olsa bile hakikatiyle zindanda yaşıyordu. Nihayetinde Yusuf (a.s), yaşananlar karşısında toplumdan uzaklaşıp kendini eve hapsetmiş ve artık içinde bulunduğu ev de kendisi için bir zindan hükmüne geçmişti. Suçlu bulunup saraydan atılan iki kişi de kendisiyle aynı evi paylaşan iki zindan arkadaşı olmuştu. Onun yanına gelen bu iki zindan arkadaşı da sarayda suçlu bulunup, dışlanıp saraydan dışarı atıldıkları için hayatı zindana dönen iki insandı. Onlar da Yusuf (a.s) gibi vezir ve diğer sarayın ileri gelenleri tarafından suçlanıp saraydan dışarı atıldıkları için Yusuf (a.s)'la aynı kaderi yaşayan ve dertlerini birbiriyle paylaşan zindan arkadaşları olmuşlardır.

Rabbimiz (c.c) ayeti celilerinde,

"(Yusuf'un) kendisiyle beraber iki delikanlı da zindana girdiler. Onlardan biri ben rüyamda kendimi şarap (için üzüm) sıkarken gördüm. dedi. Diğeri de; ben başımın üzerinde bir ekmek taşıdığımı, kuşların da ondan yediğini gördüm. dedi. Bunun tabirini bize haber ver, çünkü biz senin iyilik edenlerden olduğunu görüyoruz. (dediler).
(Yusuf da onlara şunları) söyledi; size kendisiyle rızıklanacağınız bir yemek gelecek, o daha size gelmeden önce onun ne olduğunu size haber veririm. Bu, Rabbimin bana öğrettiklerindendir..."
(Yusuf Sûresi 36-37. ayetler) buyuruyor.

Yusuf (a.s)'ın "size kendisiyle rızıklanacağınız bir yemek gelecek, o daha size gelmeden önce onun ne olduğunu size haber veririm. Bu, Rabbimin bana öğrettiklerindendir" buyurması; arkadaşlarının daha sonra rızıklanacakları nimetleri, Rabbimiz'in (c.c), Yusuf (a.s)'a rüya yoluyla bildirdiğine, bundan dolayı da Yusuf (a.s)'ın henüz kendilerine gelmemiş olan nimetleri, önceden onlara haber verdiğine işarettir.

Allah'ın (c.c) Nebisi
Muhammed Mehdi (a.s)

24

Mart 2023
Ramazan 1444

Rahman ve Rahim Allah’ın (c.c) adıyla

Rabbimiz (c.c) ayeti celilerinde,

Hani o (kavmine vaadettiği azap hemen gelmeyince, Rabbinden izinsiz) dolu bir gemiye kaçmıştı.

Bunun için kur’a çektiler (kur’a üçüncü defa da Yunus’a isabet edince o,) kaybedenlerden oldu.

kendisini kınamışken (emrim üzerine) balık hemen onu yuttu.

Eğer o çok tesbih edenlerden olmasaydı, insanların tekrar dirilecekleri güne kadar elbet onun karnında kalırdı.

(Ama o bizi tesbih etti) biz de onu hasta olarak (açık, boş) bir alana çıkarıp attık.
(140-145.ayetler)

(Nihayet kavmi de onun arkasından, tehdit olundukları azabın geleceğini anlayınca) iman ettiler, biz de kendilerini (yaşayacakları) bir zamana kadar geçindirdik. (Sâffât Sûresi 148.ayet) buyurmuştur.

Yunus (a.s)'ın kavmine kızıp kaçtığı gemi, kendi kabilesi idi. Geminin batmaması için bir kişiyi dışarıya/denize atma zaruretinden dolayı kura çekmeleri sonucu, kuranın üç defada Yunus (a.s)'a çıkması, kabile üyelerinin kabilelerinin zarar görmemesi için Yunus (a.s)'ı kabilenin dışına, denize atmaya (kendisini inkar eden toplumun içinde yalnız bırakmaya) karar vermeleri idi. Balığın, Yunus (a.s)' ı yutması, Rabbimiz'in (c.c) emri üzere bir meleğin ruhaniyetiyle Yunus (a.s)'ı kuşatıp içine almasıdır. Yunus (a.s), yıllarca balığın yani bu meleğin kuşatmışlığı içerisinde ve kendisini inkar eden toplumun arasında yaşamına devam etmiştir. Rabbimiz (c.c), geçen zaman içerisinde Yunus (a.s)'ı olgunlaştırıp topluma hazırlamıştır. Vakti geldiğinde Yunus (a.s)'ı yutan balık yani Yunus (a.s)'ı ruhaniyetiyle kuşatıp içine almış olan melek, Rabbimiz'in (c.c) emriyle Yunus (a.s)'ı denizin kenarına yani bir deniz misali önünde duran toplumun bir köşesine bırakmıştır. Yunus (a.s), balığın karnından yani meleğin kuşatmışlığından çıkmanın ağırlığından dolayı bir süre baygın gibi bir halde yaşadıktan sonra normale dönmüş ve tekrar kavmine tebliğe başlamıştır, kavmi de geçen yılların ardından Allah'ın (c.c) gazabının üzerlerine ineceğini farkedince Yunus (a.s)'a iman etmişlerdir.

Allah'ın (c.c) Nebisi
Muhammed Mehdi (a.s)

25

Mart 2023
Ramazan 1444

Rahman ve Rahim Allah’ın (c.c) adıyla

Rabbimiz (c.c) ayeti celilerinde,

Kendisinde Kitab’dan bir ilim bulunan kimse de: 'Gözünü kırpmadan evvel, ben onu sana getiririm.' dedi. (Süleyman) o(nun tahtı)nı yanında yerleşmiş olarak görünce: 'Bu, Rabbimin (bir) lütfudur. (Bu da) şükür mü edeceğim yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni imtihan etmek içindir. Kim şükrederse, ancak kendi (faydası) için şükretmiş olur. Kim de nankörlük yaparsa, şüphesiz ki Rabbim zengindir, çok kerem sahibidir.' dedi.

(Yine) dedi ki: 'Tahtını onun tanıyamayacağı hâle getirin (değişiklik yapın). Bakalım tanıyacak mı, yoksa tanımayacak mı?'

Artık gelince (ona): “Senin tahtın böyle mi?' denildi. (O da:) “Sanki bu odur. Zaten bundan önce bize ilim verilmiş (Allah’ın kudretini ve senin peygamberliğini anlamış) ve müslüman olmuştuk.' dedi. (Neml Sûresi 40-42.ayetler) buyurmuştur.

Rabbimiz'in (c.c) ayeti celilesinde buyurduğu; "gözünü kırpmadan evvel ben onu sana getiririm" deyip, Belkıs'ın tahtını Süleyman (a.s)'ın sarayına getiren, Hızır (a.s)'dır. Hızır (a.s), melekler ve cinler gibi ruhaniyetiyle hayal kuvvetinde çok hızlı bir şekilde hareket ettiği için bir anda Belkıs'ın sarayına gidip tahtını görmüş ve Süleyman (a.s)'a rüya misaliyle bir görüntü olarak kendi sarayı içerisinde göstermiştir. Süleyman (a.s) da, kendisine gösterilen tahtın aynını yaptırmış ancak Belkıs'ın tanımaması için de hafif değişiklikler yaptırmıştır. Bundan dolayı da Belkıs, tahtı gelip gördüğünde; "bu sanki benim tahtımdır" diyerek hayret etmiştir.

Rabbimiz (c.c), ayet-i celilesinde, "Süleyman'(ın emrin)e de, sabah estiğinde bir aylık akşam dönüşünde yine bir aylık yol alan rüzgarı verdik..." (Sebe Sûresi 12. ayet) buyuruyor.

Rabbimiz bu ayet-i celilesiyle, Süleyman (a.s)'a, yürüme mesafesiyle bir aylık mesafede olan bir yere, yelkenli gemilerle sabah rüzgarları sebebiyle, bir günde varabilmeyi, akşam rüzgarları sebebiyle de, bir gecede dönebilmeyi nasip ettiğini haber vermiştir.

26

Mart 2023
Ramazan 1444

Rahman ve Rahim Allah’ın (c.c) adıyla

Rabbimiz cc, Adem (a.s)'ı ve eşi Havva'yı cennette, cennet toprağından yarattı. Adem (a.s), eşi havva ile şeytanın sözüne aldanıp yasak meyveden yiyince Rabbimiz (c.c), hepsini cennetten çıkarıp dünya zeminine indirdi. Rabbimiz (c.c), cennette, cennet toprağından yarattığı Adem (a.s)'ı dünya zeminine indirince toprağını, dünya toprağıyla değiştirdi. Eşi Havva'yı da onun toprağından yarattı.

27

Nisan 2023
Ramazan 1444

Rahman ve Rahim Allah’ın (c.c) adıyla

Rabbimiz (c.c) ayeti celilesinde, "Andolsun ki biz, Davud'a tarafımızdan bir üstünlük verdik. Ey dağlar(Davud'un yaptığı tesbihi) onunla beraber inleyip (ankılayıp) tekrar edin. kuşlara da(o tesbihe öterek katılın dedik). Ona demiri yumuşattık" (Sebe Sûresi 10.ayet) buyuruyor.

Rabbimiz'in, "ey dağlar onunla beraber inleyip tekrar edin" buyurması, Davud (a.s)'ın tesbihini yüksek sesle yaptığına, bundan dolayı da tesbihinin dağlarda yankılandığına/tekrar edildiğine işarettir. "Kuşlara da ( o tesbihe katılın dedik)." buyurması, Davud (a.s)'ın yüksek sesle tesbih etmesi sebebiyle kuşların da Davud (a.s)'ın tesbihini işittiklerine ve o tesbihe öterek karşılık verdiklerine işarettir. Bununla beraber Rabbimiz (c.c) bu ayetiyle, Davud (a.s)'ın, tesbihini zaman zaman dağlarda yankılanacak derecede, zaman zaman da kuşların işitebileceği derecede yüksek sesle yaptığını bize haber vermiştir. Ayetin devamında Rabbimiz (c.c), "ona demiri yumuşattık" buyuruyor. Rabbimiz'in (c.c) "ona demiri yumuşattık" buyurması en ağır kelamları bile ona kolaylaştırması anlamındadır. Rabbimiz'in (c.c) kolaylaştırması sayesinde Davud (a.s) en ağır kelamları bile rahatça ifade edebilir hale gelmiştir.

Rabbimiz (c.c) ayeti celilesinde, "Davud (a.s)'a uzun ve geniş zırhlar yap örgüsünü de ölçülü yap ve salih amel işleyin. Çünkü ben, yaptıklarınızı görmekteyim diye (vahyettik)" (Sebe Sûresi 11.ayet) buyuruyor.

Rabbimiz'in (c.c) Davud (a.s)'a yapmasını emrettiği zırh, manevi bir zırh idi. Şüphesiz bütün peygamberlerin zırhı Rabbimiz'in (c.c) kendilerine indirdiği delillerdir. Rabbimiz (c.c), peygamberlerini kendilerine indirdiği deliller sayesinde düşmanlarından korumuştur. Davud (a.s)'ın, Rabbimiz'in (c.c) vahyiyle ortaya koyduğu deliller kendisini ve ona inananları düşmanlarına karşı koruyan manevi bir zırh mesabesinde idi. Davud (a.s) ve ona inananlar manevi bir zırh mesabesinde olan Rabbimiz'in (c.c) indirdiği deliller sayesinde düşmanlarından korunuyorlardı. Rabbimiz'in (c.c) uzun ve geniş zırhlar yap örgüsünü de ölçülü yap buyurması ise, uzun cümleleri geniş anlamları olan ölçülü kelamlarla konuş anlamındadır. Bilindiği üzere Davud (a.s) zikrullahtır, bundan dolayı da ölçülü konuşma konusunda zirve noktasındadır. Bunun içindir ki, Rabbimiz'in (c.c) vahyiyle Davud (a.s)'ın konuşma konusundaki ustalığı, kendisini ve inananları düşmanlarına karşı koruyan bir zırh mesabesinde olmuştur.

28

Mayıs 2023
Şevval 1444

Rahman ve Rahim Allah’ın (c.c) adıyla

Rabbimiz (c.c), ayet-i celilesinde; "Onlar (Ashâb-ı Kehf’in sayıları hakkında): 'Üçtür, dördüncüleri köpekleridir.' diyecekler; 'beştir, altıncıları köpekleridir.' diyecekler. bilinmeyen hakkında tahminde bulunmak/kafadan atmaktır. 'Yedidir, sekizincileri köpekleridir.' derler. De ki: 'Rabbin onların sayılarını en iyi bilendir. Onları pek az kimseden başkası bilmez...'" buyuruyor. (Kehf Sûresi 22.ayet)

Rabbimiz'in (c.c), ayet-i celilelerinde haber verdiği, ashab-ı Kehf'in sayıları dokuz kişidir. Bunlar, İsa (a.s)'dan sonraki dönemde yaşamış ve Hızır (a.s) ve İlyas (a.s)'a biat etmiş yedi mü'min kişidir. Hızır (a.s) ve İlyas (a.s) ile birlikte sayıları dokuzdur. Rabbimiz (c.c) ayet-i celilesinde; "onlar uykuda oldukları halde sen onları uyanık sanırsın. Biz onları gah sağa ve gah sola çevirdik. Köpekleri de iki kolunu (mağaranın)girişine doğru uzatmışdı..." buyuruyor. (Kehf süresi 18.ayet) "Onlar uykuda oldukları halde sen onları uyanık sanırdın" ayetinin manası, uyuyanların kısmen gözleri açık ve kısmen hareket halinde (uyur gezer şeklinde) uyuduklarına, bundan dolayı da uyanık gibi göründüklerine işarettir. "Biz onları gah sağa ve gah sola çevirdik" ayetinin batıni manası, onları gah dünya ufkuna, gah ahiret ufkuna çevirdik anlamındadır. Ayette geçen ashab-ı Kehf'in köpekleri ise onların nefisleridir. "..İki kolunu (mağaranın) girişine doğru uzatmıştı..." ayetinin batıni manası, korku içerisinde dışarıyı gözetleyerek uyudukları anlamındadır. Rabbimiz (c.c) ayeti celilesinde; "onlar mağaralarında üçyüz yıl kadar kaldılar dokuz da ilave ettiler. Deki; Allah ne kadar kaldıklarını daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı ona mahsustur. ..." buyuruyor. (Kehf suresi 25-26. Ayet) "Onlar, mağaralarında üç yüz yıl kadar kaldılar." ayetinin batıni manası, üç yüz yıl, yani, üç kral dönemi (üç kral yüzü görecek kadar) kaldılar, anlamındadır. "Dokuz da ilave ettiler" ayetinin batıni manası; dokuz tek sayıların tamamlanmış halidir. Bu da her kralın vazifesinin başında ömrünü tamamladığına işarettir.

29

Ağustos 2023
Muharrem 1445

Rahman ve Rahim Allah’ın (c.c) adıyla

Rabbimiz (c.c), ayet-i celilesinde; "Bunun üzerine Rabbi de onu güzel bir şekilde kabul etti. Onu güzel bir nebat gibi yetiştirdi ve Zekeriya'yı da ona bakmakla sorumlu kıldı. Zekeriya, ne zaman odaya girdiyse onun yanında bir yiyecek buldu. 'Ey Meryem bu sana nereden (geliyor)' dedi. O da bu Allah katındandır dedi. Şüphe yok ki Allah dilediği kimseye hesapsız rızık verendir." buyuruyor. (Al-i İmran 37.ayet)

Hz.Meryem'in "bu Allah katındandır" dediği yiyecekler, Rabbimiz (c.c) katından Hz Meryem'e indirilmiş olan manevi nimetlerdir. Zekeriya (a.s)'ın Hz Meryem'in odasına her girdiğinde onun yanında bir yiyecek bulması, her defasında Rabbimiz (c.c) katından Hz.Meryem'e verilmiş olan yeni bir hikmetle/manevi bir nimetle karşılaşmasıdır. Ayeti celilesinde Rabbimiz'in (c.c), "Rabbi de onu güzel bir şekilde kabul etti. Onu güzel bir nebat gibi yetiştirdi" buyurması da bundan dolayıdır.

30

Eylül 2023
Safer 1445

Rahman ve Rahim Allah’ın (c.c) adıyla

Rabbimiz (c.c), ayet-i celilelerinde; "'Sen de bizim gibi bir insandan başkası değilsin. Eğer doğru söylüyor isen haydi (bize) âyet (mucize) getir!' (Salih) dedi ki: 'İşte (mucize) bu dişi devedir. Onun (belli) bir (gün) su içme hakkı var, belli bir gün su içme hakkı da sizindir.' 'Ona bir kötülük dokundurmayın. Sonra (pek) büyük bir günün azabı sizi yakalar.' Derken onu ayaklarından biçip öldürdüler. Ancak sonra da pişman oldular. Bunun üzerine azap onları (kıskıvrak) yakalayıverdi. Şüphesiz bunda elbette (alınması gerekli) bir ibret vardır. Böyle iken çokları iman etmediler." buyuruyor. (Şu'arâ Sûresi 154-158.ayetler)

Rabbimiz (c.c) ayeti celilesinde; "(Salih) dedi ki, işte bu dişi devedir. Onun bir su içme hakkı var, belli bir gün su içme hakkı da sizindir." buyuruyor. Salih (a.s), "Onun bir su içme hakkı var, belli bir gün su içme hakkı da sizindir." buyurarak, devenin ihtiyacı ölçüsünde su içme hakkının olduğunu, kavminin de ihtiyacı ölçüsünde su içme hakkının olduğunu, kavminin ihtiyacı ölçüsünde su içmeye devam edeceği gibi, devenin de ihtiyacı ölçüsünde su içmeye devam etme hakkı olduğunu, bundan dolayı da deveye dokunulmaması gerektiğini haber vermiştir.

31

Ekim 2023
Rebi-ül Evvel 1445

Rahman ve Rahim Allah’ın (c.c) adıyla

Rabbimiz (c.c) ayet-i celilesinde;
" Tâlût (cihad için Kudüs'ten) askerler(iy)le ayrılınca dedi ki: "Şüphesiz Allah, sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim ondan (kana kana) içerse benden değildir. Eliyle sadece bir avuç alanlar dışında kim ondan tatmazsa ben- dendir." Pek azı dışında onlar (nehre varınca) ondan (bol bol) içtiler. Nihayet (Tâlût'un) kendisi ve beraberindeki inananlar (ırmağı) geçince, (içenler geçemeyip:) "Bugün bizim (zalim) Câlût ve askerlerine karşı gücümüz yok." dediler. Allah'a kavuşacaklarını kesin bilen (Tâlût'a itaat edip nehri geçen)ler ise: "Nice az bir topluluk, Allah'ın izniyle, çok olan bir topluluğa galip gelmiştir. Allah sabır (ve sebat) edenlerle beraberdir." dediler. " (Bakara Sûresi 249.ayet) buyuruyor.

Rabbimiz (c.c) ayet-i celilesinde, "Talut dedi ki; 'Şüphesiz Allah (c.c), sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim ondan ( kana kana ) içerse benden değildir. Eliyle sadece bir avuç alanlar dışında kim ondan tatmazsa bendendir.'" buyuruyor. Talut'un, 'şüphesiz Allah sizi bir ırmakla imtihan edecektir.' buyurarak uyardığı nehir; insanlar arasında nesilden nesile aktarılmaya (akmaya) devam eden dünya malıdır. Kim ondan (kana kana) içerse benden değildir. buyurması ise, kim o dünya malına meylederse benden değildir. anlamındadır. Eliyle sadece bir avuç alanlar dışında kim ondan tatmazsa bendendir. buyurması ise, ihtiyacı/zarureti kadar alanlar dışında kim o dünya malından uzak durursa bendendir. anlamındadır. "Pek azı dışında onlar ondan (bol bol) içtiler. Nihayet Talut ve beraberindeki inananlar (ırmağı) geçince, (içenler geçemeyip); 'Bugün bizim calut ve askerlerine karşı gücümüz yok.' dediler." buyrulması, pek azı dışındaki insanların dünya malına meylettiğine, bundan dolayı da calut ve askerlerine karşı savaşmaya cesaret edemediklerine işarettir. "Allah'a (c.c) kavuşacaklarını kesin bilen (Talut'a itaat edip nehri geçen)ler ise nice az bir topluluk, Allah'ın (c.c) izniyle çok olan bir topluluğa galip gelmiştir. 'Allah (c.c) sabır edenlerle beraberdir.' dediler." buyrulması ise, Allah'a kavuşacaklarını kesin bilen hakiki iman sahiplerinin, sayılarının azlığına bakmadan, Talut'a itaat edip calut ve ordusuna karşı savaştıklarına (ve galip geldiklerine) işarettir.

32

Eylül 2023
Safer 1445

Rahman ve Rahim Allah’ın (c.c) adıyla

Rabbimiz (c.c) ayet-i celilelerinde;
"Kulu (Muhammed sav. i), geceleyin mescid-i haram'dan, çevresini bereketli kıldığımız mescid-i aksa'ya götüren (Allah')ın şanı yücedir. (Bunu,) kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (yaptık). Şüphesiz o, (evet) o, hakkıyla işitendir, görendir." (İsra Sûresi 1.ayet)
"Hani sana: "Şüphesiz Rabbin, insanları (ilmiyle, kudretiyle) kuşatmıştır." demiştik. (Geceleyin) sana gösterdiğimiz (Mirâç'taki) temâșâyı ve Kur'an'da lanetlenmiş olan ağacı, ancak insanlara bir imtihan olarak meydana getirdik..." (İsra Sûresi 60.ayet)
"O (gördüğü) zaman sidre 'yi, onu bürümekte olan bürüyordu.(peygamber'in) göz (ü gördüğünden) kaymadı ve sınırı aşmadı. Andolsun ki o, Rabbinin en büyük âyetlerinden (delillerinden) bir kısmını gördü." (Necm Sûresi 16-18.ayetler) buyuruyor.

Rabbimiz'in (c.c) ayet-i celilelerinde buyurduğu üzere, Rasulullah (s.a.v), mirac'a çıkmış ve Rabbimiz'in (c.c) cemalini görmüştür. Ancak Rasulullah (s.a.v)'in mirac'a yükselişi ve Rabbimiz'in (c.c) cemalini görmesi, cismaniyetiyle değil ruhaniyetiyle olmuştur. Rasulullah (s.a.v), ruhaniyetiyle mirac'a yükselmiş, hem Rabbimiz'in (c.c) kelamını işitmiş, hem de cemalini görmüştür.

33

Ekim 2023
Rebi-ül Evvel 1445

Rahman ve Rahim Allah’ın (c.c) adıyla

Rabbimiz (c.c) ayet-i celilelerinde;
"(Kıyamet) saat(i) yaklaştı ve ay yarıldı. Onlar bir delil (mucize) görseler de yine yüz çevirirler, devam edegelen bir sihirdir. derler. (Peygamber'i) yalanladılar, heva ve heveslerine uydular. Halbuki her iş kararlaştırılmış (Allah'ın dilediği gibi gerçekleşecek)tir." (Kamer süresi 1-2-3.ayetler) buyuruyor.

"(Kıyamet) saat(i) yaklaştı ve ay yarıldı." âyetiyle, Rabbimiz'in (c.c) haber verdiği ayın yarılma hadisesi, kıyametin yaklaşmasıyla peygamberliğin ikiye ayrıldığına (ayrılacağına) işarettir. Rasulullah (s.a.v) peygamberler arasında ay'ı temsil eden bir Rasul peygamberdir. Rasulullah (s.a.v)'i tasdik eden Nebi olan Muhammed Mehdi de peygamberler arasında ay'ı temsil eden bir Nebi peygamberdir. Rasulullah (s.a.v) Rasul peygamberlerin sonuncusu, Muhammed Mehdi de Nebi peygamberlerin sonuncusudur. Rasulullah (s.a.v)'in peygamberliği, ay'ın insanlık üzerine doğuşuna, Muhammed Mehdi'nin Rasulullah (s.a.v)'i tasdik eden Nebi olarak zuhur etmesi ise doğan ay'ın ikiye ayrılmasına işarettir. Rasulullah (s.a.v) yarılan ay'ın ilk yarısını Muhammed Mehdi de yarılan ay'ın ikinci yarısını temsil eder. Rabbimiz (c.c.) ayeti celilenin devamında, "..onlar bir delil (mucize) görseler de yine yüz çevirirler devam edegelen bir sihirdir. derler. (Peygamber'i) yalanladılar, heva ve heveslerine uydular. Halbuki her iş kararlaştırılmış (Allah'ın dilediği gibi gerçekleşecek)tir." buyuruyor. Rabbimiz (c.c), ezelde takdir ettiği/kararlaştırdığı üzere, kıyamet'in yaklaşmasıyla ay'ı ikiye yarmış (peygamberliği ikiye ayırmış) Rasulullah (s.a.v)'i son rasul peygamber olarak, Muhammed Mehdi'yi de son Nebi olarak, bir ay'ın iki yarısı mesabesinde vazifelendirmiştir.

Rabbimiz (c.c) ayet-i celilesinde;
"Muhammed adamlarınızdan hiçbirisinin babası değildir. Velakin Allah'ın rasulü ve nebilerin sonuncusudur. Allah, herşeyi hakkıyla bilendir." (Ahzab Sûresi 40.ayet) buyuruyor.

Rabbimiz (c.c), Kur'an-ı Kerim'i zahirde Hz.Muhammed (s.a.v)'e, batında Muhammed Mehdi'ye indirmiştir. Muhammed adı hem Rasulullah (s.a.v)'in hem Muhammed Mehdi'nin Rabbimiz (c.c) katındaki adıdır. Rabbimiz (c.c), "Muhammed adamlarınızdan hiçbirisinin babası değildir" buyururken, Muhammed adıyla bir isimle iki şahsa, zahirde Hz.Muhammed (s.a.v)'e, batında Muhammed Mehdi'ye işaret etmiştir. "Velakin Allah'ın Rasulü" buyururken Rasul olan Muhammed, Muhammed Mustafa'ya (s.a.v) ve "nebilerin sonuncusudur" buyururken de, Nebi olan Muhammed, Muhammed Mehdi ye işaret etmiştir. Bu Allah'ın (c.c) mucizesidir. Hz Muhammed (s.a.v), rasul peygamberlerin sonuncusu, Muhammed Mehdi de nebilerin sonuncusudur. Şahit olarak Allah yeter.

Rabbimiz (c.c) ayet-i celilesinde;
"(Ezelde takdir edilmiş olan) o söz başlarına gelince, onlara yerden bir Dabbe çıkarırız ki o, insanların ayetlerimize kesin olarak inanmadıkları kendilerine söyleyecektir. (Artık tevbe kapısı kapanmış olup gerçek inananla inanmayan ortaya çıkacaktır.)" (Neml Sûresi 82. ayet) buyuruyor.

Rabbimiz'in (c.c) ayeti celilesinde; "O söz başlarına gelince onlara yerden bir Dabbe çıkarırız ki o insanların ayetlerimize kesin olarak inanmadıkları kendilerine söyleyecektir." buyurduğu şahıs Muhammed Mehdi'dir. Yerden bir Dabbe nin çıkması, yerden (topraktan yaratılmış insanlar arasından) Muhammed Mehdi'nin zuhur etmesidir. "O insanların ayetlerimize kesin olarak inanmadıklarını kendilerine söyleyecektir. (Artık Tevbe kapısı kapanmış olup gerçek inananla inanmayan ortaya çıkacaktır.)" buyrulması ise, Muhammed Mehdi'nin Nebi olarak zuhur edeceğine ve insanları imana davet edeceğine ve ancak bununla inanan ve inanmayanın ortaya çıkacağına işarettir.

Rabbimiz (c.c) ayet-i celilelerinde;
"(Ey Resûlüm!) Sana Zülkarneyn'i soruyorlar. De ki: 'Size ondan bir hatıra okuyacağım.' Gerçekten biz onu yeryüzünde (büyük) bir iktidar sahibi yaptık ve ihtiyaç duyduğu her şey için bir sebep (bir yol ve imkân) bahşettik. O da (batiya doğru) bir yol takip etti. Nihayet güneşin battığı yere ulaşınca onu, kara balçıklı bir su gözesinde (Atlas Okyanusu'nda) batıyor buldu. Onun yanında da bir kavim buldu. (Ona:) 'Ey Zulkarneyn! (Iman etmezlerse onlara) ya azap edersin veya haklarında güzel (olan yol)u tutarsın.' dedik. (Zülkarneyn) dedi ki: 'Kim zalim olursa, biz onu cezalandıracağız. Sonra o, Rabbine döndürülür. O da kendisine görülmemiş bir azap ile azap eder.' 'Ama kim de inanıp güzel amel de bulunursa, mükâfatların en güzeli onundur. Ve ona buyruklarımızdan kolayını söyleyeceğiz.' Sonra (Zülkarneyn) bir yol daha takip etti. Sonunda güneşin doğduğu yere ulaşınca, onun (güneşin), kendilerine (sıcaktan koruyacak) hiçbir siper nasip etmediğimiz bir kavim üzerine doğduğunu gördü. İşte (Zülkarneyn) böyle (bir hükümranlığa sahip)tir. Doğrusu biz onun yanında ne var ne yoksa ilm(imiz)le kuşatmıştık. Sonra bir (başka) yol tuttu. Nihayet iki dağ arasına ulaştığı zaman, onların önünde hemen hemen hiç söz anlamayan bir topluluk buldu. Onlar: 'Ey Zulkarneyn! Hakikaten Ye'cuc ve Me'cûc, bu yerde bozgunculuk çıkarmaktadır. Bizimle onlar arasına bir set yapman için sana vergi verelim mi?' dediler. (O da:) 'Rabbimin o hususta bana verdiği imkân daha hayırlıdır. Haydi siz, bana kuvvet(iniz)le yardım edin de sizinle onlar arasına sağlam bir engel yapayım!' dedi. 'Bana demir kütleleri getirin.' Nihayet iki dağın arası denkleşince: 'Üfleyin (körükleyin).' dedi. Nihayet onu bir ateş haline koyduğu za- man: 'Getirin bana, üstüne erimiş bakır dökeyim.' dedi. Artık (Ye'cûc ve Me'cûc) onu ne aşabildiler ne de delebildiler (Zülkarneyn:) 'Bu, Rabbimden bir rahmettir. Rabbimin vaadi geldiği (kıyamet yaklaştığı veya Ye'cûc ve Me'cûc'ün çıkacağı) zaman, onu yerle bir eder. Rabbimin vaadi gerçektir.' dedi. 99. O gün biz (herkesi deniz dalgaları gibi) birbiri içinde (çarparak) dalgalanır bir halde bırakmışızdır. Sûr'a üflenince de onları hep bir araya toplarız. (Kehf Sûresi 83-99. ayetler) buyuruyor.

Rabbimiz’in (c.c), ayeti celilelerinde; Zülkarneyn adıyla haber verdiği nebi, Muhammed Mehdi (a.s)’dır. Rabbimiz (c.c), Muhammed Mehdi (a.s)’ı, Kur’an-ı Kerim’de Muhammed adıyla tamamen gizli, Dabbe ayetiyle kısmen açık, Zülkarneyn adıyla ise hem gizli, hem açık bir şekilde haber vermiştir. Zülkarneyn’in kelime manâsı, iki zaman sahibi ve çift boynuz sahibi şeklinde açıklanmıştır. Bilindiği üzere; zamanın sebebi güneştir. Zaman, güneşin hareketleriyle oluşur. Bununla beraber zamanın ikinci alameti ise aydır. Miladi takvim, güneşin hareketlerine göre, hicri takvim ise ayın hareketlerine göre belirlenir. Güneş, gündüzle beraber oluşuyla zahiri zamanı; ay, gece ile beraber çıkışıyla batîni zamanı temsil eder.

Zülkarneyn, hem güneşin ikinci yarım kürede doğuşunu ve batışını, hem de ayın ikinci yarısını temsil eden bir nebi olduğu için, kendisine Zülkarneyn (iki zaman sahibi) denmiştir. İki zaman sahibi denmesi, zahiri zamanı temsil ettiği gibi, bâtıni zamanı da temsil etmesinden dolayıdır. Mehdi (a.s)’a, zamanın sahibi denmesi de bundan dolayıdır. Çift boynuz sahibi ise zahiri ve batıni ilmin sahibi olduğuna işarettir. Boynuz, başın kuvvetini temsil eder, başın kuvveti ise ilmindedir. Sağ boynuz zahiri ilmi, sol boynuz batıni ilmi temsil eder. Bu da Zülkarneyn’in zahiri ve batıni ilmin sahibi olduğuna işarettir. Muhammed Mehdi (a.s)’ın, ayette, Zülkarneyn adıyla anılması, hem vasfından, (zahiri ve batıni ilmin sahibi olması, iki zaman sahibi olması güneşin doğduğu ve battığı yere giden / güneşin doğuşunu ve batışını temsil eden bir nebi olmasından), hem de ehl-i kitabın, Mehdi (a.s)’ı, Zülkarneyn olarak bilmesinden dolayıdır. (Rasulullah (s.a.v)’in, isim vermeyip, “Onu, peygamberlerin suhufunda şöyle bulurum” buyurması da bunun ıspatlarındandır.) Ehl-i kitap, kendilerinden önce gelmiş kitaplarda, Mehdi (a.s)’ı Zülkarneyn olarak okuyup öğrendikleri için Rasulullah (s.a.v)’e de Zülkarneyn adıyla sormuşlardır. Rabbimiz’in (c.c), ayeti celilesinde “sana Zülkarneyn’i soruyorlar” buyurması, Mehdi (a.s)’ı, Zülkarneyn adıyla anması; hem vasfından, hem de ehl-i kitabın Zülkarneyn adıyla sormasından dolayıdır. Bununla beraber, Rabbimiz (c.c), Mehdi (a.s)’ı, Zülkarneyn adıyla hem haber verip, hem de gizli bırakmayı dilemiştir. Rabbimiz (c.c), nasıl ki Rasulullah (s.a.v)’i Tevrat’ta Münhamenna, İncil’de Faraklit adıyla hem haber vermiş, hem de gizlemişse;) Rabb’imiz (c.c), Muhammed Mehdi (a.s)’ı da, hem önceki kitaplarda, hem Kur’an-ı Kerim’de Zülkarneyn adıyla hem haber vermiş, hem de gizlemiştir. Her elçi, kendisinden sonra gelecek olan elçiyi müjdelemekle vazifelidir. Nasıl her gelen elçiye, kendisinden sonra gelecek elçi sorulmuşsa; Zekeriya (a.s)’a, İsa (a.s)’ın gelişi, İsa (a.s)’a Rasulullah (s.a.v)’in gelişi sorulmuşsa, bunun gibi Rasulullah (s.a.v)’e de, ehli kitabın Zülkarneyn olarak bildiği Muhammed Mehdi (a.s) sorulmuştur. Rasulullah (s.a.v), ehli kitaba, Kehf sûresinde bildirildiği üzere Zülkarneyn adıyla, ashabına ise Mehdi adıyla, Muhammed Mehdi (a.s)’ın gelişini haber vermiştir. Rabbimiz (c.c), Muhammed Mehdi (a.s)’ı, Kur’an-ı Kerim’de, Muhammed adıyla tamamen gizli, Dabbe ayetiyle kısmen açık, Zülkarneyn adıyla ise hem gizli, hem açık bir şekilde haber vermiştir. İncil’de Faraklit adıyla haber verildiği halde; İsa (a.s), Rasulullah’ı (s.a.v), Ahmed adıyla müjdelediği gibi, Kur’an-ı Kerim’de Muhammed, Zülkarneyn adıyla geçtiği halde; Rasulullah (s.a.v) de, hadis-i şeriflerinde Muhammed Mehdi (a.s)’ı, Mehdi adıyla müjdelemiştir. Muhammed adı, hem Rasulullah (s.a.v)’in, hem Mehdi (a.s)’ın adıdır. Rabbimiz (c.c.), Kur’an-ı Kerim’de Muhammed adıyla, zahirde Rasulullah’a (s.a.v), batında Muhammed Mehdi (a.s)’a hitap etmiş, rasul olan Muhammed’in (Muhammed Mustafa’nın) ardında nebi olan Muhammed’i (Muhammed Mehdi’yi) gizlemiştir. Rabbimiz (c.c), Mehdi (a.s)’ı Kehf Sûresinde Zülkarneyn adıyla, Neml Sûresinde ise Dabbe kelimesiyle hem haber vermiş, hem de gizlemiştir. (Rasulullah (s.a.v); hadis-i şeriflerinde “Dabbenin üç çıkışı vardır” buyurmuştur. Dabbe’nin birinci çıkışı; Mehdi (a.s)’ın, Muhammed Mehdi adıyla ortaya çıkıp, tebliğe başladığı zamandır, ikinci çıkışı; Dabbe adıyla ortaya çıktığı (Dabbe adıyla haber verilen şahsın Mehdi (a.s) olduğunu haber verip tebliğ metnini yayınladığı) zamandır, üçüncü çıkışı ise; Zülkarneyn adıyla tamamen ortaya çıktığı zamandır. Rasulullah (s.a.v) bir başka hadisi şerifinde “Mehdi’nin üç gaybeti vardır” buyurmuştur. Rasululah’ın (s.a.v) “Mehdinin üç gaybeti vardır” buyurduğu bu hadisi şerif de, “Dabbenin üç çıkışı vardır.” hadisinin karşılığıdır ve birebir sağlaması hükmündedir. Rasulullah (s.a.v), “Mehdi’nin sarığının içinden bir adam çıkacak” buyurmuştur.) Rasulullah’ın (s.a.v), Mehdi (a.s)’ın sarığının içinden çıkacağını haber verdiği şahıs, Neml sûresinde Dabbe kelimesi ile, Kehf sûresinde Zülkarneyn adıyla haber verilen aynı şahıstır. Rabbimiz (c.c), Mehdi (a.s)’ı, Neml sûresinde Dabbe kelimesi ile, Kehf sûresinde ise Zülkarneyn adıyla haber vermiştir. “Mehdi a.s’ın sarığının içinden bir adam çıkacak.” sözü Zülkarneyn’in, Muhammed Mehdi (a.s)’ın ilmi ile ortaya çıkacağına işaret etmek içindir ve bugün Rasulullah (s.a.v)’in haber verdiği gibi, Muhammed Mehdi (a.s)’ın sarığının içinden/ilminden, Zülkarneyn ortaya çıkmıştır. Zülkarneyn kıssasında Rabbimiz’in (c.c); “O batıya doğru bir yol takip etti, güneşin battığı yere varınca onu karabalçıklı bir su gözesinde batıyor buldu.” buyurduğu yer, Atlas Okyanusudur, “onun yanında da bir kavim buldu.” buyurduğu kavim de amerikalılardır, “sonra doğuya doğru bir yol takip etti, güneşin doğduğu yere varınca onu kendilerine sıcağa karşı bir siper nasip etmediğimiz bir kavim üzerine doğuyor buldu.” buyurduğu kavimler Afrikalılar’dır. Rabbimiz’in (c.c), ayeti celilesinde haber verdiği doğu ve batı “O, iki doğunun da Rabbidir.” ayetinin sırrı üzere ikinci yarım kürede güneşin doğduğu ve battığı yerdir, bununla beraber Rabbimiz (c.c), Zülkarneyn’in ikinci yarım kürede güneşin doğduğu ve battığı yere gittiğini haber vermiştir. Zülkarneyn’in bu yolculuğu, zahiri bir yolculuk değil, manevi bir yolculuktur. Bu da Zülkarneyn’in, ikinci yarım kürede güneşin doğuşunu ve batışını temsil eden bir elçi olmasından dolayıdır.

Rasulullah (s.a.v), birinci yarım kürede güneşin doğuşunu ve batışını; Zülkarneyn ise, ikinci yarım kürede güneşin doğuşunu ve batışını temsil eder. Tebliğ metninde, Muhammed Mehdi (a.s)’ın zuhuru, güneşin battığı yerden doğuşudur, diye ortaya koyduğumuz deliller bu ayetin birebir sağlaması hükmündedir. Rasulullah (s.a.v), hem ayın ilk yarısını, hem de güneşin birinci yarım kürede doğuşunu ve batışını temsil eder. Muhammed Mehdi (a.s), hem ayın ikinci yarısını, hem de güneşin ikinci yarım kürede doğuşunu ve batışını temsil eder. Bu da; son rasul peygamber olan Hz. Muhammed’in (s.a.v), peygamberler arasındaki konumunu ve son nebi olan Muhammed Mehdi (a.s)’ın, peygamberler arasındaki konumunu temsil eden ezeli sırrın bir ifadesidir. Bununla beraber, Rasulullah (s.a.v) başta kavmi olmak üzere, bütün insanlığa gönderilmiş son rasul peygamber, Muhammed Mehdi (a.s.) da başta kavmi olmak üzere, bütün insanlığa gönderilmiş son nebidir. Rasulullah’ın (s.a.v), Muhammed Mehdi (a.s) için; “insanlar içinde bana en çok benzeyen” buyurması, “Ben islamın başıyım, Mehdi de sonu olacak.”, “Adı adıma uygun, babasının adı babamın adına uygun.”, buyurarak Mehdi (a.s)’ı kendisi ile kıyas etmesi ve “Ashabı, bedir ashabı kadardır.”, “Siz onları geçemezsiniz, onlar da size erişemezler.” gibi bir çok hadisi ile de, ashabını ashabıyla kıyas etmesi bundan dolayıdır. Rabbimiz’in (c.c), ayeti celilenin devamında, “sonra bir yol takibe başladı, iki dağın arasına vardığı zaman onların önünde bir topluluk buldu ve onlar, ey Zülkarneyn, ye’cüc ve me’cüc bu yerde fesat çıkarmaktadır, onlarla aramıza bir set yapman için sana vergi verelim mi dediler.” diye haber verdiği kavim, Zülkarneyn’in (Muhammed Mehdi (a.s)’ın) kendi kavmi olan Türklerdir. Nasıl gelen her elçi ve son olarak Rasulullah (s.a.v) de, kendi kavmi başta olmak üzere, inananlarla, inkar edenler arasına nasıl manevi bir set yapmışsa; Zülkarneyn de, kendi kavmi başta olmak üzere, kendisine inanan ve tabi olanlarla, inkar eden ve fitne fesat çıkaran ye’cüc ve me’cüc topluluklarına karşı manevi bir set yapacaktır. Bilindiği üzere, ye’cüc ve me’cüc kıyamet alametlerinden biridir. Rasulullah (s.a.v), hadis-i şeriflerinde, ye’cüc ve me’cüc ün türlü tahribatlarından sonra İsa (a.s)’ın dua edeceğini ve Rabbimiz’in (c.c) lütfuyla, ye’cüc ve me’cüc ün hayvanların boyunlarından çıkan bir kurt vesilesiyle helak edileceklerini haber vermiştir. İsa (a.s)’ın duasıyla helak olacak olan ye’cüc ve me’cüc taifelerinin tamamı değil, bir kısmıdır. Bilindiği üzere kıyamet, ye’cüc ve me’cüc taifelerinin üzerine kopacaktır. Bu da ye’cüc ve me’cüc taifelerinin tamamının değil, bir kısmının helak olacağının ıspatıdır. Zülkarneyn’in seddi ise, ye’cüc ve me’cüc taifelerinin geriye kalan kısmı ile kavminden inanıp kendisine tabi olanlar arasına yapılacaktır. Ye’cüc ve me’cüc ün çıkış zamanı, Zülkarneyn’in de çıkış zamanıdır. Rasulullah’ın (s.a.v), “ye’cüc ve me’cüc den sonra çok geçmeden güneş de battığı yerden doğar.” buyurması, ye’cüc ve me’cüc den sonra Muhammed Mehdi (a.s)’ın/Zülkarneyn’in ortaya çıkacağına işarettir. Muhammed Mehdi (a.s)’ın zuhuruyla/Zülkarneyn’in ortaya çıkışıyla güneş battığı yerden doğmuş ve kavminden inanan ve kendisine tabi olanlarla, ye’cüc me’cüc taifeleri arasına yapılacak olan bu manevi seddin inşası başlamıştır, Rabbimiz’in (c.c) yardımıyla, peyderpey tamamlanacaktır. Ayeti celilede, Zülkarneyn’in bana demir kütlelerini getirin sizinle onlar arasına bir set yapayım buyurması, kavminin yardımıyla bu manevi seddi yaparken demir madenini kullanacağına işarettir. Bu seddin yapılmasından sonra, ye’cüc ve me’cüc toplulukları ayette haber verildiği üzere kıyamet vakti gelinceye kadar bu seddi aşamayacaklardır, ancak kıyametin iyice yaklaşmasıyla beraber ye’cüc ve me’cüc ün çıkış vakitleri geldiğinde tekrar ortaya çıkacaklar ve kıyamet, ye’cüc ve me’cüc topluluklarının ve bütün küfür ehlinin üzerine kopacaktır.

Rabbimiz (c.c) ayet-i celilelerinde;
"Her ümmetin bir eceli (takdir edilmiş bir süresi) vardır. Onların eceli gelince ne bir an geri kalabilir, ne de bir an öne geçebilirler.
Ey Âdemoğulları! İçinizden size âyetlerimi anlatan bir peygamber gelir de, kim (günahlardan) korunur ve kendini ıslah ederse, onlara hiçbir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir."
(A'raf Sûresi 34-35.ayetler) buyuruyor.

Rabbimiz'in (c.c) ayeti celilesinde,"Ey Âdemoğulları! İçinizden size âyetlerimi anlatan bir peygamber gelir de, kim (günahlardan) korunur ve kendini ıslah ederse, onlara hiçbir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir." buyurarak geleceğine işaret ettiği Nebi Muhammed Mehdi'dir.

Rabbimiz (c.c) ayet-i celilelerinde;
"O halde göğün apaçık bir duman getireceği günü gözetle. İnsanları saracaktır. Bu acıklı bir azaptır. Ey Rabbimiz bizden bu azabı açıp kaldır. Çünkü biz iman edeceğiz (diyecekler). Onlar nerede, düşünüp ibret almak nerede! Halbuki kendilerine açıklayan bir peygamber de gelmişti. Yine de ondan yüz çevirdiler ve '(o, kendisine birtakım şeyler) öğretilmiş bir mecnundur.' dediler." (Duhan Sûresi 10-11-12-13-14. ayetler) buyuruyor.

Rabbimiz'in (c.c) ayeti celilesinde; "onlar nerede, düşünüp ibret almak nerede! Halbuki kendilerine açıklayan bir peygamber de gelmişti. Yine de ondan yüz çevirdiler ve 'öğretilmiş bir mecnundur.' dediler." buyurduğu Nebi, Muhammed Mehdi'dir.

Rabbimiz (c.c) ayet-i celilelerinde;
"Ümmilere içlerinden, kendilerine (Allah'ın) âyetlerini okuyan, onları (şirkten, kötü hareketlerden) temizleyen, onlara Kitab'ı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O'dur. Halbuki onlar, bundan önce de cidden apaçık bir sapıklık içinde idiler.
Onlardan başkalarına henüz kendilerine katılamamışlara da (gönderen O’dur). O, güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.
Bu, Allah'ın lütfudur ki onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir."
(Cuma Sûresi 2.3.4. Ayetler) buyuruyor.

Rabbimiz'in (c.c) ayeti celilesinde; "..onlardan başkalarına henüz kendilerine katılmamışlara da (gönderen o'dur). O, güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. Bu Allah'ın lütfudur ki onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir." buyurarak geleceğine işaret ettiği Nebi Muhammed Mehdi'dir.

Rabbimiz (c.c) ayet-i celilelerinde;
"(Rasulüm! İndirdiğimiz) Kitap' da sana önceki (ilahi kitapların asılları)nı tasdik edici olarak vahyettiklerimiz, gerçeğin ta kendisidir. Şüphesiz ki Allah, kullarından hakkıyla haberi olan, ( her şeyi ) görendir.
Sonra o kitabı kullarımızdan seçtiklerimize miras bıraktık. Onlardan kimi kendisine zulmeden, yazık edendir. Onlardan kimi, ortada kalan, kimide Allah'ın izniyle hayırlarda öne geçendir ki, işte bu da en büyük lütuftur."
(Fatır Sûresi 31-32. ayetler) buyuruyor.

Rabbimiz'in (c.c) "sonra o kitabı kullarımızdan seçtiklerimize miras bıraktık" buyurduğu şahıs, Allah'ın Nebisi Muhammed Mehdi'dir. "Onlardan kimi kendisine zulmeden, yazık edendir." buyurduğu, Muhammed Mehdi'yi inkar edenlerdir. "Onlardan kimi, ortada kalan" buyurduğu, imanla inkar arasında kararsız kalan,"Kimi de Allah'ın izniyle hayırlarda öne geçendir." buyurduğu ise, iman edip Allah'ın emrine uygun yaşayanlar (inananlar)dır.

Rabbimiz (c.c) ayet-i celilelerinde;
"Rabbin, hem hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, hem de merhametli olandır. Dilerse sizi ortadan kaldırır; sizi başka bir toplumun soyundan yarattığı gibi, sizden sonra da dilediğini yerinize getirir. Size vaadedilen şeyler muhakkak gelecektir. Siz, onun önüne geçemezsiniz. (En'am Sûresi 133-134. ayetler) buyuruyor.

Rabbimiz'in (c.c) ayeti celilesinde; "(Rabbin), Dilerse sizi ortadan kaldırır; sizi başka bir toplumun soyundan yarattığı gibi, sizden sonra da dilediğini yerinize getirir. Size vadedilen şeyler muhakkak gelecektir. Siz, onun önüne geçemezsiniz." buyurarak, geleceğine işaret ettiği kavim, Türklerdir.

Rabbimiz (c.c) ayet-i celilesinde;
"Allah, mü'minleri içinde bulunduğunuz şu (iyinin kötünün ayrılmadığı) durumda bırakacak değildir. Nihayet, pis olanı temizden ayıracaktır. Allah, size "gaybı" da bildirecek değildir. Fakat Allah, peygamberlerinden dilediğini seçer. O halde Allah'a ve peygamberlerine inanın. Eğer iman eder ve (günahlardan) korunursanız, sizin için çok büyük bir mükâfat vardır." (Al-i İmran Sûresi 179. ayet) buyuruyor.

Rabbimiz'in (c.c), ayet-i cellesinde; "Allah, mü'minleri içinde bulunduğunuz şu (iyinin kötünün ayrılmadığı) durumda bırakacak değildir. Nihayet, pis olanı temizden ayıracaktır. Allah, size "gaybı" da bildirecek değildir. Fakat Allah, peygamberlerinden dilediğini seçer." buyurarak, geleceğine işaret ettiği Nebi, Muhammed Mehdi'dir. O'nun gelişiyle, iyinin kötüden/mü'min'in kafirden ayrılacağına ve bunun bir gayb haberi olduğuna işaret edilmiştir.

Rabbimiz (c.c) ayet-i celilelerinde;
"Andolsun ki zikirden (Tevrat'tan) sonra Zebur'da da: Yeryüzünde, şüphesiz Salih kullarım mirasçı olacak. diye yazmıştık. Muhakkak ki bunda kulluk edenler taifesi için yeterli bir tebliğ vardır. " (Enbiya Sûresi 105-106. ayetler.) buyuruyor.

Rabbimiz'in (c.c) ayeti celilesinde; "'Yeryüzünde, şüphesiz Salih kullarım mirasçı olacak .' diye yazmıştık. Muhakkak ki bunda kulluk edenler taifesi için yeterli bir tebliğ vardır." buyurarak, geleceğine işaret ettiği Salih kullar; Allah'ın Nebisi Muhammed Mehdi ve O'na inananlar dır.

Huruf-u Mukatta harfleri olarak bilinen ayetlerden, Bakara Sûresinin başında geçen , harflerinin başında bulunan, harfi, Allah'ın (c.c) varlığına birliğine işaret eder. harfi, dört elif uzatılması ile beraber, dört büyük meleğe, (Cebrail, Mikail, Azrail, İsrafil) (a.s)'a, onların melekler arasında Allah'ın elçileri olduklarına işaret eder. harfi ise, dört elif uzatılması ile beraber, dört peygamber'e, (Hz.Muhammed. Hz.İsa, Hz.Yahya, Hz.M.Mehdi) (a.s)'a , onların insanlar arasında Allah'ın elçileri olduklarına bununla beraber, Hz. Muhammed in Nurullah, Hz. İsa nın ve Hz. Yahya nın Ruhullah, Hz. M. Mehdi'nin Nurullah olduğuna işaret eder.

Ra'd sûresinin başında geçen, , harflerinin başında bulunan harfi, Allah'ın varlığına birliğine işaret eder. harfi, dört elif uzatılmasıyla beraber, dört büyük meleğe, (Cebrail, Mikail, Azrail, İsrafil) (a.s)' a, onların melekler arasında Allah'ın elçileri olduklarına işaret eder. harfi, dört elif uzatılmasıyla beraber, dört peygamber'e (Hz.Muhammed, Hz.İsa, Hz.Yahya, Hz.M.Mehdi) (a.s)'a, onların insanlar arasında Allah'ın elçileri olduklarına işaret eder. harfi, bir elif uzatılmasıyla beraber, iki peygamber'e, (Hz.Musa, Hz.Harun) (a.s)'a, onların insanlar arasında Allah'ın elçileri olduklarına işaret eder.

A'râf sûresinin başında geçen, , harflerinin başında bulunan harfi, Allah'ın varlığına birliğine işaret eder. harfi, dört elif uzatılmasıyla beraber, dört büyük meleğe, (Cebrail, Mikail, Azrail, İsrafil) (a.s)' a, onların melekler arasında Allah'ın elçileri olduklarına işaret eder. harfi, dört elif uzatılmasıyla beraber, dört peygamber'e (Hz.Muhammed, Hz.İsa,Hz.Yahya, Hz.M.Mehdi) (a.s)'a, onların insanlar arasında Allah'ın elçileri olduklarına işaret eder. harfi, dört elif uzatılmasıyla beraber, dört peygamber'e, (Hz.Musa, Hz.Harun, Hz.Davud, Hz.Süleyman) (a.s)'a, onların insanlar arasında Allah'ın elçileri olduklarına bununla beraber, Musa ve Harun (a.s)'ın kelamullah, Davud ve Süleyman (a.s)'ın zikrullah, olduklarına işaret eder.

İbrahim sûresinin başında geçen, , harflerinin başında bulunan harfi, Allah'ın varlığına birliğine işaret eder. harfi, dört elif uzatılmasıyla beraber, dört büyük meleğe, (Cebrail, Mikail, Azrail, İsrafil) (a.s)'a, onların melekler arasında Allah'ın elçileri olduklarına işaret eder. harfi, bir elif uzatılmasıyla beraber, iki peygamber'e (Hz.Musa, Hz.Harun) (a.s)'a, onların insanlar arasında Allah'ın elçileri olduklarına işaret eder.

‌Mü'min süresinin başında geçen, , harflerinin başında bulunan harfi, habibim anlamındadır. bir elif uzatılması ile beraber, iki peygamber e; (Hz.Muhammed Mustafa, Hz.M.Mehdi) (a.s)'a, onların Allah'ın habibi olduklarına işaret eder. harfi, dört elif uzatılması ile beraber, dört peygamber e; (Hz.Muhammed, Hz.İsa, Hz.Yahya, Hz.M.Mehdi) (a.s)'a, onların Allah'ın elçileri olduklarına, bununla beraber, Hz.Muhammed'in Nurullah, Hz.İsa'nın ve Hz.Yahya'nın Ruhullah, Hz.M.Mehdi'nin Nurullah olduğuna işaret eder.

Sâd süresinin başında geçen, harfi, dört elif uzatılmasıyla beraber, dört peygambere; (Hz.Musa, Hz.Harun, Hz.Davud, Hz.Süleyman) (a.s)'a, onların Allah'ın elçileri olduklarına, bununla beraber, Musa ve Harun (a.s)'ın kelamullah, Davud ve Süleyman (a.s)'ın zikrullah, olduklarına işaret eder.

Tâhâ Sûresinin başında bulunan harfi, bir elif uzatılmasıyla beraber, iki peygamber'e, (Musa ve Harun) (a.s)'a, onların Allah'ın elçileri olduklarına ve kelamullah olduklarına işaret eder. harfi, bir elif uzatılmasıyla beraber, iki peygamber'e, (İsa ve Yahya) (a.s)'a, onların Allah 'ın elçileri olduklarına ve Ruhullah olduklarına işaret eder.

Neml Sûresinin başında bulunan, harflerinin ilk harfi olan, harfi, bir elif uzatılmasıyla beraber, iki peygamber e, (Musa ve Harun) (a.s)'a, onların Allah ın elçileri olduklarına ve kelamullah olduklarına işaret eder. harfi dört elif uzatılmasıyla beraber, dört peygamber e, (İsa, Yahya, Davud, Süleyman) (a.s)'a, onların Allah ın elçileri olduklarına, İsa ve Yahya (a.s)'ın Ruhullah, Davud ve Süleyman (a.s)'ın, zikrullah olduklarına işaret eder.

Yâsîn Sûresinin başında bulunan, , harflerinin ilk harfi olan, harfi, bir elif uzatılmasıyla beraber, iki peygamber e, (İsa ve Yahya) (a.s)'a, onların Allah'ın elçileri olduklarına ve ruhani olduklarına işaret eder. harfi, dört elif uzatılmasıyla beraber, dört peygamber e, (İsa, Yahya, Davud, Süleyman) (a.s)'a, onların Allah'ın elçileri olduklarına, İsa ve Yahya (a.s)'ın Ruhullah, Davud ve Süleyman (a.s)'ın zikrullah, olduklarına işaret eder.

Şuarâ Sûresinin başında bulunan, , harflerinin ilk harfi olan, harfi, bir elif uzatılmasıyla beraber, iki peygamber e, (Musa ve Harun) (a.s)'a, onların Allah ın elçileri olduklarına ve kelamullah olduklarına işaret eder. harfi dört elif uzatılmasıyla beraber, dört peygamber e, (İsa, Yahya, Davud, Süleyman) (a.s)'a, onların Allah ın elçileri olduklarına, İsa ve Yahya (a.s)'ın Ruhullah olduklarına ve cismani olduklarına, Davud ve Süleyman (a.s)'ın, zikrullah olduklarına işaret eder. harfi, dört elif uzatılmasıyla beraber, dört peygamber e, (Muhammed, İsa, Yahya, M.Mehdi) (a.s)'a, onların Allah'ın elçileri olduklarına, Muhammed'in Nurullah, İsa ve Yahya'nın Ruhullah olduklarına, M.Mehdi nin Nurullah olduğuna, işaret eder.

Kalem Sûresinin başında bulunan, harfi, dört elif uzatılmasıyla beraber, dört peygambere, (Muhammed, İsa, Yahya, M.Mehdi) (a.s)'a, onların Allah'ın elçileri olduklarına, Muhammed'in ve O'nun nurunun ruhlar aleminde ilk yaratılan olduğuna, İsa ve Yahya'nın ruhlarının, ruhlar aleminde ilk yaratılan ruhlar olduklarına, M.Mehdi'nin ve O'nun nurunun, ruhlar aleminde ilk yaratılan olduğuna işaret eder.

Şura Sûresinin başında bulunan, , , ayetinin, ilk harfi olan harfi, habibim anlamındadır. Bir elif uzatılması ile beraber, iki peygambere; (Hz.Muhammed Mustafa, Hz.M.Mehdi) (a.s)'a, onların Allah'ın habibi olduklarına işaret eder. harfi, dört elif uzatılması ile beraber, dört peygambere; (Hz.Muhammed, Hz.İsa, Hz.Yahya, Hz.M.Mehdi) (a.s)' a, onların Allah'ın elçileri olduklarına, bununla beraber, Hz.Muhammed'in Nurullah, Hz.İsa'nın ve Hz.Yahya'nın Ruhullah, Hz.M.Mehdi'nin Nurullah olduğuna işaret eder. harfi, dört elif uzatılmasıyla beraber, dört peygambere (Muhammed, İsa, Yahya, M.Mehdi) (a.s)'a, onların Allah'ın elçileri olduklarına, Muhammed'in bütün insanlara gönderilmiş olduğuna, İsa ve Yahya'nın, kendi kavimlerine gönderilmiş olduklarına, M.Mehdi'nin bütün insanlara gönderilmiş olduğuna işaret eder. harfi, dört elif uzatılmasıyla beraber dört peygambere, (İsa, Yahya, Davud, Süleyman) (a.s)'a, onların Allah'ın elçileri olduklarına, İsa ve Yahya'nın Ruhullah olduklarına ve cismani olduklarına, Davud ve Süleyman'ın zikrullah olduklarına işaret eder. harfi, dört elif uzatılmasıyla beraber, dört peygambere, (Muhammed, İsa, Yahya, M.Mehdi) (a.s)'a onların Allah'ın elçileri olduklarına, Muhammed'in Allah'ın şahidi olduğuna, İsa ve Yahya'nın Ruhullah olduklarına, M.Mehdi'nin Allah'ın şahidi olduğuna işaret eder.

Meryem Sûresinin başında bulunan harfi, dört elif uzatılmasıyla beraber dört peygambere, (Muhammed, İsa, Yahya, M. Mehdi) (a.s)'a, onların Allah'ın elçileri olduklarına işaret eder. harfi, bir elif uzatılmasıyla beraber iki peygambere, (İsa ve Yahya) (a.s)'a, onların Allah'ın elçileri olduklarına, Ruhullah olduklarına ve cismani olduklarına işaret eder. harfi, bir elif uzatılmasıyla beraber iki peygambere, (İsa ve Yahya) (a.s)'a, onların Allah'ın elçileri olduklarına Ruhullah olduklarına ve ruhani olduklarına işaret eder. harfi, dört elif uzatılmasıyla beraber dört peygambere, (Muhammed, İsa, Yahya, M.Mehdi) (a.s)'a, onların Allah ın elçileri olduklarına, Muhammed'in bütün insanlara gönderildiğine, İsa ve Yahya'nın kendi kavimlerine gönderildiklerine, M.Mehdi nın bütün insanlara gönderildiğine işaret eder. harfi, dört elif uzatılmasıyla beraber dört peygambere, (Musa, Harun, Davud, Süleyman) (a.s)'a, onların Allah ın elçileri olduklarına, Musa ve Harun un kelamullah, Davud ve Süleyman ın zikrullah olduklarına işaret eder.

Kâf Sûresinin başında bulunan harfi, dört elif uzatılmasıyla beraber, dört peygambere, (Muhammed, İsa, Yahya, M.Mehdi) (a.s)'a onların Allah'ın elçileri olduklarına, Muhammed'in Nurullah olduğuna ve Allah'ın şahidi olduğuna, İsa ve Yahya'nın Ruhullah olduklarına, M.Mehdi'nin Nurullah olduğuna ve Allah'ın şahidi olduğuna işaret eder.

Rabbimiz (c.c) ayet-i celilesinde;
"Bitkiler de, ağaçlar da (Allah’a) secde ederler." (Rahmân Sûresi / 6.Ayet) buyuruyor.
Bitkilerin ve ağaçların başları kökleridir. Rabbimizin CC, bitkiler ve ağaçlar secde ederler buyurması, onların başları üzerinde durduklarına (secde halinde olduklarına) işaret etmek içindir.

Rabbimiz (c.c), ayeti celilesinde, "Rabbin bal arısına şöyle vahyetti: 'Dağlardan, ağaçlardan ve (halkın sizin için) kurdukları çardaklardan (göz göz) evler edin' (Nahl Sûresi 68.Ayet) buyuruyor. Rabbimiz'in (c.c), "Rabbin bal arısına vahyetti" buyurması, ona yapması gerekenleri ilham etmesine işarettir.

Rabbimiz (c.c), fil süresinde, "Görmedin mi nasıl yaptı Rabbin fil sahiplerini (Ebrehe ordusunu). Onların kötü planlarını (kabeyi yıkma planlarını) boşa çıkarmadı mı? Onların üzerine sürüler halinde kuşlar gönderdi. Onlara pişkin sert çamurdan taşlar atıyorlardı. Derken onları yenmiş ekin yaprağı gibi yapıverdi." (Fil Sûresi 1-5.ayetler.) buyuruyor.

Rabbimiz'in (c.c), "onların üzerine sürüler halinde kuşlar gönderdi" buyurduğu, onların üzerine gönderdiği meleklerdir. "Onlara pişkin sert çamurdan taşlar atıyorlardı." buyurduğu, meleklerin kızgın kumlar arasından kaldırıp fil ordusunun üzerine savurduğu taşlardır. (Kum fırtınası şeklinde). "Derken onları yenmiş ekin yaprağı gibi yapıverdi." buyurması ise, üzerlerine savrulan taşlar sebebiyle vücutlarının paralandığına (parçalandığına) işarettir.

Rabbimiz (c.c) ayet-i celilesinde, "Doğrusu (Musa'dan) önce Yusuf da size açık deliller getirmişti; size getirdiği şeylerden (o zaman) şüphelenip durmuştunuz. Nihayet o ölünce; 'Allah ondan sonra asla bir peygamber göndermez' demiştiniz. İşte Allah, aşırı giden şüpheci kimseleri böyle sapıklıkta bırakır." (Mü'min Sûresi 34.ayet) buyuruyor. Rabbimiz (c.c), bu ve bunun gibi ayetlerle "Allah bundan sonra bir peygamber göndermez" diyerek aşırı giden şüpheci kimseleri uyarmıştır.

Kur'an-ı Kerim'de; sûrelerin başında bulunan besmele-i şerifler, ayet değildir. Rasulullah (s.a.v) Allah'ın (c.c) ayetlerine, Allah'ın (c.c) adıyla başlamanın daha uygun olacağını düşünerek her sûrenin başına besmele-i şerifi koydurmuştur.

34